Radikal, 09.02.2016
Eğleniyor muyuz inşallah? Nihayet şöyle gönül rahatlığıyla “oh oh” çekebiliyorsunuz. “Haydi!” dediler, parti binalarına saldırdınız, insan dövdünüz, dükkanları yaktınız yıktınız, bombalar patlattılar, sevmediklerinizi öldürdüler, sevindiniz, daha çok patlattılar, daha çok öldürdüler, daha çok sevindiniz, daha da çok patlatıp öldürdüler, sevinçten şuurunuzu yitirdiniz, saygı duruşu ıslıkladınız, iyi insanların parçalanmış cesetleri üzerinde tepindiniz, kendinizden geçtiniz; hürmet değilse tahammül içerisinde izlenmesi gereken son yolculuklar sizin galiz küfürleriniz eşliğinde yapıldı, içinde oynaştığınız, haysiyetinizi bandığınız ve etrafa saçtığınız çamurun renginde örtü örtüldü hayatın üstüne, herkes o kirli kahverengiye bulandı. Nasıl? Hoşlaştınız mı inşallah?
Kürt öldürmek yine serbest. Üstelik onlara Ermeni diye küfür ederek. Ooo! Yeme de yanında yat! Mesut muyuz, bahtiyar mıyız, canlandı mı ecdâdın bütün ulvî hisleri ve yakıp yıkma, kırıp dökme, fethetme zaptetme dürtüleri, kendinizi seçilmiş seçilmiş daha da seçilmiş hissediyor musunuz inşallah?
Altmış kişi öldürdük. Yok yok, on kişi öldürdük. Yok yok, otuz kişi öldürdük. Onar, otuzar, altmışar öldürdük. Kişi değil terörist öldürdük. Öyle ettik ki, kaç kişi öldürdüğümüzü bile bilemiyoruz artık. Altmış desek bir türlü, on desek öbür türlü. Fark etmez. Biz her türlü öldürüyoruz. Öldürüyoruz, öldürtüyoruz, bu millet öldürelim istiyor, biz öldürdükçe memnun oluyor, kendini bir farklı, bir tatmin olmuş, hattâ bir olmuş hissediyor. Biz onun adına öldürdükçe o kendini gerçekleştiriyor. Doyduk mu inşallah?
* * *
Öyle bir kıskaca soktular ki bizi, değerli okurlar, elimiz kolumuz bağlandı. Hayır, “şunu yazarız da başımıza iş gelir” kaygısından falan değil. O gelirse gelir zaten, yapacak bir şey yok. Başka, derin bir mesele, yazana çizene kelepçe olan.
Şu okuduğunuz satırları yazan şahıs gibilerin görevi, bilgi vermek, bölük pörçük veriler halinde uçuşan şeyler arasında bağlantı kurmak, güncel sorunlar hakkında düşünmek isteyen için zeminler sunmak. Fakat bunu yapamaz olduk. Size vaziyeti izah etmek istiyorum, çünkü bu böyle gitmez. Felaketimiz derinleşse de çıkış yolları bulmamız lazım.
Kısaca ifade etmeye çalışayım: İktidarın zulmü, toplum çoğunluğunun vicdansızlığı, Kürtlere şu anda revâ görülenler öyle boyutlarda ki, dönüp herhangi bir başka dünya meselesinden sözetmek umursamazlıkmış, ayıpmış gibi görünüyor. 7 Haziran'la birlikte ufukta beliren demokratikleşme, çoğulculaşma “tehlike”sine karşı millet-i hakimeyi arkalarına alarak İslâmcılar ve devletin giriştiği darbe gelecek için öylesine korkunç sonuçlara gebe ki, aynı zamanda, geçmişin öyle kötü âdetlerinden, geleneklerinden besleniyor ki, ilkini savuşturmadan, ikincilerden kurtulmadan bu topraklarda kimseye gün yüzü yok. Bu yüzden, müthiş bir aciliyet hissi içerisinde mütemadiyen bunlarla uğraşmazsa insan, kendini üstüne düşeni yapmamış, insan olmanın icabına sırtını dönmüş hissediyor.
Oysa dünyada çocuklarımızın geleceğini fena halde etkileyecek şeyler oluyor.
ABD'nin Iowa eyaletinde Cumhuriyetçi Parti adayları arasında ön yoklama yapıldığı gecenin ertesinde, yurtdışında yaşayan, güncel haberlerle de ilgilenen bir sanatçının mesajına rastgeldim; mealen, “Dün gece çok önemli şeyler oldu, Türkiye'de hiçbir yazar bunlardan bahsetmiyor, herkes sadece Türkiye ile ilgili,” diyor, dünyaya ne kadar kapalı olduğumuzu hatırlatıyordu.
Ona cevap yazmak istedim. Sabaha kadar bu ön yoklama sonucunu beklemiş, bütün gece, Amerikalı muhabirlerin tweet’lerini takip etmiştim. “Valla izliyoruz,” diyecektim, “ama yazsak kim okuyacak, kim ilgilenecek, ayrıca Cizre'deki bodrumda katliam olup olmayacağının beklendiği şu anda kime ne Trump'tan?”
Böyle gitmez. ABD'de başkan adayı Donald Trump'ın yükselişi bütün dünyayı çok yakından ilgilendiren, geleceğimizi mahvedecek bir hadise. Trump'ın “rating”i -ABD'de adayların popülerliği sürekli ölçülüyor ya- yüzde 34 ile 38 arasında, en yakın rakibi çıka çıka 18'e çıkabildi. Ve fakat bu feci duruma rağmen Iowa'da kazanamadı. ABD başkanlık seçimi, aslında bütün dünya vatandaşlarının oy kullanması gereken bir seçim – izah etmeyeyim, anladınız siz onu. “Gider bombalarım kardeşim, su işkencesini de getiririm, hasmımız Ortaçağ'dan gelmişse biz de Ortaçağ'a gideriz, Müslümanları ABD'ye sokmam, göçmenleri atarım...” diye konuşan bir neo-faşistin ABD başkanı olması o kadar çok şeyi değiştirir ki, “Amerikan emperyalizmi değil mi, ne fark edecek” diyen dahi şaşar. Bizim bu ihtimale hazırlanmamız ihtimali yok, zira izleyemiyoruz bile.
Suriye'de olan biten, verilere, gelişmeleri anlamaya öncelik tanıyan yaklaşımları gerektiriyor. Her şeyden önce, neyin olup bittiğine dair sağlıklı bilgi gerekiyor. Şu ana kadar olanlar herhalde orada cereyan edecek her şeyin bizi ne kadar yakından etkileyeceğini göstermiştir. Bundan sonrası çok daha fazla etkileyecek. Her şeyden önce, bu iktidarın kendi öngördüğü şekilde varlığını sürdürebilmesi için muhtemelen içeride yarattığı savaş ortamı yeterli olmayacak, “harbî” bir başka seçenek gerekecek; bu da Suriye veya Irak'ta doğrudan savaşa girmek olacak. Bilgisiz, donanımsız bir muhalefet böyle bir gelişmeyi önlemeye yetmeyecek.
Gazete okuru, muhalif insan veya en azından kendini olan bitenden bir nebze olsun sorumlu hisseden okur ne yapacak? Oturup bir yandan Trump'ı, öbür yandan Ahrar-uş Şam'ı, “İslâm Devleti”nin Musul ve Rakka'da kurduğu düzeni mi takip edecek, araştıracak?
Yunanistan başbakanı, İran'ı ziyaret ediyor. Orada dedi ki Tsipras: “Yunanistan, enerji, ekonomi ve ticaret konularında AB ile İran arasında köprü olacak.” Türkler için, Kürtler için, etraftaki herkes için bu ne manaya gelir, fikrimiz var mı? Kimdir izah etmesi gereken?
Benim gibiler, mesleği, görevi bu olanlar. Peki vurulmuş bir kadın sokak ortasında yatarken hangimiz hanginize dünyadaki hangi gelişmeyi aktarabilecek, yorumlayabileceğiz? Vahşetin dehşetin ortasında ne haberin önemi kalıyor ne dünyayı anlamanın ne sanatın kültürün. Üstelik mesele sadece okurun “bırak şimdi bunları” diyecek oluşundan ibaret değil.
Amedspor'a, Deniz Naki'ye yapılan üzerine köşeyazısı falan değil, kitap yazılır. “Sadece partini, dilini değil, takımını, taraftarını da istemiyoruz, Kürt kardeşim!” Buna karşılık sadece küfür de edilebilir. Beddua da edilebilir. Doğrusunu isterseniz, şu üç şıktan ilki, yazacak olana da en az cazip, en az anlamlı görüneni. Öfke ister istemez görüşümüzü kapıyor, kaplıyor.
Belirtmem gerekir mi, bilmiyorum, bahsettiğim meselenin, yazar-çizerlere, gazetecilere dokunan kısmından çok daha önemli boyutları var. Şu anda yaşananın sadece Kürtlere saldırı olduğunu sanan, doğmamış bebek vurulup öldürüldüğünde veya Cizre'de bodrumda katliam yapıldığında, orada yaşananın orada kaldığını, buradakilere bir şey olmadığını, olmayacağını sanan varsa, müthiş yanılıyor. Sadece vurdumduymazlığın utanç vericiliğinden, vicdansızlığın mutlaka ödenecek insanî bedelinden bahsetmiyorum, “kurşun size de değer” demiyorum -ki değer. Hissizleşmeye, kaçınılmaz cahilleşme eşlik ediyor, edecek. (Ve biz bu bakımdan istiap haddi sınırında bir toplumuz, kabul edelim ki.)
Her şeye rağmen pencereleri açmaya çalışmalıyız.
Önce hep beraber nasıl bir bodrumda, hangi tehlike altında yaşadığımızın bilincine varmakla başlayabiliriz. Biz içimize kapandıkça, bizi içimize, inşa ettikleri karanlık perdeyi üstümüze kapatmak isteyenler kazanacaktır.