1 Şubat 2016 Pazartesi

Kötülükle kader birliği

Radikal, 28.01.2016

Varılacak yer nasıl bir yerdir?

Sadece insan haklarını dert edinenlerin hüsran içinde karanlıklara gömüleceği bir yer olmayacak bu. Hayatımıza hem akılla mantıkla hem vicdanla yön verelim, diyenlerin yıkıntılar arasında çamurlara bulanmış insanlık ideallerinden gözlerini kaçırıp iç çekeceği bir yer olmayacak sadece. Geleceğine azıcık umutla, azıcık ışık görerek bakmak isteyenlerin kararıp kuruyacağı bir yer. Gülümseten, ferahlatan, azıcık hayal azıcık umut azıcık şifa yerine geçen hiçbir şeyin bulunmadığı, giderek, acı pahasına dahi hatırlanmadığı bir yer…

Yani, bugün keyfince zulmedebilmenin sapkın coşkusuyla kendinden geçenler, demek istediğim, sizin için de mutluluk, huzur, tatmin yolları kapandı. Bu dünyanın tadını çıkaramayacaksınız, bitti. Öbür dünyayı hiç konuşmayalım. Bizzat sizin önümüze koyduğunuz şartlara göre, cezanız hiçbir kulun zerresini gözünün önüne getirmek istemeyeceği raddede. İktidarlar tarihi boyunca zalimlerin inancı eciş bücüş edip içerisine koyduğu düzenbazlık mahfazalarından başka sığınağınız, savunma aracınız yok.

Tatmin yolunuz kapandı. Rakibi hakem ve seyirciye zaptettirerek yumruklamaktan aldığınız tatmin, emin olun, tepemize diktiğiniz gökdelenlerin herhangi birinin asansörü yukarı çıkana kadar sönüp gidiverir.

Sığlığınızla, ruh karartıcı renklere boyadığınız duvarlarınızın arasında, ele geçirecek, zaptedecek, üstünde tepinecek canlı arayacaksınız ve o feci manevî yoksunluk krizinin kaçınılmaz eşlikçisi, kişiliğinizi parça parça edecek çırpınışlar arasında, keşke her şeyi yok etmeseydim, diye debeleneceksiniz.

Ele geçireceğiniz, kapacağınız, zaptedeceğiniz, fethedeceğiniz, kurutacağınız, üstüne basacağınız, çiğneyeceğiniz, boğazını sıkacağınız, karanlıklara hapsedeceğiniz, kanını dökeceğiniz canlılarla ve tabiatla ve şehirlerle ve güzel sanatlarla ve insanların farklılıklarıyla ve savaşlara, iktidarlara, muktedirlere rağmen yaşattıkları, bugünlere bile getirebildikleri hoşgörüleriyle ve tebessümleriyle ve sokağa çıkmalarıyla ve gönüllerinden geçeni yapmalarıyla çevrilisiniz; ve ne kadar uğraşsanız bunların hepsine artık dünya ile, hayat ile tek ilişki tarzınız olan şeyi, zaptetmeyi, iptal etmeyi, mundar etmeyi yapma ihtimaliniz yok. Böyle bir kapasiteniz yok. Böyle bir şansınız yok. Böyle bir gücünüz yok.

Çünkü böyle bir kapasite kimsede yok. Olmamış. Olmayacak. Olmaz.

Çok özendiğiniz Hitler sonunda koruganında kafasına kurşunu sıktı. Sırf savaşta yenilmedi o. Başka türlü yenildi. Sizin çoktan yenildiğiniz tarzda.

Yenildiniz, çünkü iyi hiçbir şeyi temsil etmiyorsunuz. Geleceğe dair hiçbir şeyi temsil etmiyorsunuz. Size tâ uzaklardan, dalgalar arasında çalkanan, birazdan batacak ve içindeki insanları gelecekleriyle beraber sulara gömecek, bebekleri kıyıya savuracak olan bir teknenin küpeştesinden bakan bile geleceğe dair sözünüzün olmadığını şıp diye anlar. Neleri hiç temsil edemediğinizi, nelerin yanına bile yaklaşamayacağınızı görmek için, dehşetin çöktüğü sokaklardaki yıkılmış evlerin kırık camları arasından bakmak yeter. İçinizi görmek için, bir sabah tren garının önünde paramparça olmuş insanlardan birinin mezarı başında gözleri kapatıp iki dakika süreyle arabaları görmez ve televizyonların sesini duymaz olmak yeter.

Tam, ama tam, paşa olunca babasını ayağına getirtip, “Bak! Hani adam olamazdım!” diyen oğul meselindeki oğul gibisiniz. Kimbilir kaç yoksul ailenin kaç aylık gıdasının parasına kimbilir nerelerden alıp da giyip de parıl parıl dolaştığınız o takım elbiseler gibi oturuyor üstünüze mesel. Keşke utanmanız olsaydı.

Sanıyorsunuz ki sadece sizin gibi olmayanın geleceğini yok ediyorsunuz.

Anlayamıyorsunuz. Dünyanın bilgisini elinizin tersiyle itiyorsunuz, başka bir bilginin sahibi olduğunuzu iddia ediyorsunuz. Lâkin değilsiniz. Hiç değilsiniz. Başka bir âdabınsa, zerresine sahip değilsiniz. Dünyanın ikiyüzlülüğünün takipçisisiniz; profil fotoğrafınız afralı üslûbunuz tafralı, o kadar.

Fakat Allah için, sıkı yalancısınız, iyi rol yapıyorsunuz, bol hünerlisiniz, pek kurnazsınız.

Ve acımasızsınız.“Ama böyle yaparsak insanlar ölür” gibi bir freniniz yok. “Ama gelecek kuşakların bile hayatını karartırız” gibi bir kaygınız yok.

Velhâsıl, kimseye sunabilecek iyi hiçbir şeyiniz yok. Hattâ başkasına sunabilecek hiçbir şeyiniz yok. Çünkü her şeyi kendinize istiyorsunuz. “Teslim”i böylesine gözü dönmüş bir bencillik haline getirmek kolay iş değildi, başardınız! Tebrikler!

Halbuki elinizdeki güçle ne iyilikler yapılabilirdi. Sırf bunu bir an sahiden düşünmek bile sizi hasta edebilirdi; ezcümle insanî hassasiyetinizi makama girerken kapıda çıkarmış olmasaydınız.

Siz, yaralı insanların bir bodrumda yavaş yavaş, can çekişerek ölmesini emreden, teşvik eden, seyreden ve arzulayanlarsınız. Etiketiniz budur. Böyle takdim edersiniz kendinizi, sorduklarında.

Başkalarına bunca acı çektirerek tadılan iktidar zevki nasıl bir zevktir, inanın, gazeteci merakına engel olamıyor ve anlamaya çabalıyorum. Fakat zor; anlayamıyorum. Çünkü yüzünüzde hayattan zevk aldığınıza dair bir iz de göremiyorum. Güce gerçekten hükmedeninizde şimşekler, yıldırımlar, kara bulutlar, medya yıldızınızda nefret, tarihçinizde yalanın çirkin sırıtışı, propagandacınızda düzenbazlığım ortaya çıkacak tedirginliği, hepinizde bir gerginlik, bir telaş, bir teyakkuz, seferberlik hali… İnsanın karanlık yönüne oynayan bir iktidar mekanizmasının karanlığı ve çirkinliği.

Ve aynaya bakınca bunu güzellik sanmanın çarpıklığı, kendine hayranlığın sapkınlığı.
Babaannem olsa, “Allah ıslah etsin” derdi. Onun kadar sakin ve mütevekkil değilim; ıslah olabileceğinizi sanmıyorum. Kaderinizi kötülüğe bağladınız bir defa. Hepimizi sürüklediğiniz felaket belki, ıslah değil ama, terbiye eder bazılarınızı. Kalanlarınızı. Kalanlarımızla birlikte. Belki.