Radikal, 25.02.2016
Cumhurbaşkanı yine muhtarları toplamış, şöyle demiş:
“El Nusra DAİŞ’e karşı savaşıyor ama ona da kötü diyorlar. Ona neden kötü diyorsunuz? Çünkü olay farklı. Nusra’nın konumu farklı olduğu için kötü terörist oluyor.”
Sözleri NTV’nin sitesinden aldım, gözlerine inanamayıp da bakmak isteyen olursa tıklasın.
Çünkü bizzat bakmak isteyen olabilir. Kendi gözleriyle görmek isteyen olabilir. Çünkü gözlerine inanmayan, onlara inansa da gördüğüne inanamayan olabilir. Çünkü inanamayan olmalı. Çünkü Türkiye’nin cumhurbaştanı, “Nusra’ya neden kötü diyorsunuz!” diye hesap soruyor. Nusra’nın “konumu farklı”ymış.
Biz bu memlekette hiçbir meseleyi, zemini neyse onun üzerinde, çerçevesi neyse onun içerisinde, gerekiyorsa geçmişiyle irtibatlandırıp, gerekiyorsa iç bağlantılarını deşip, kısaca, akıl-mantığın icap ettirdiği usûllerle ele almayız, mâlûm.
Hattâ hiç ele almayız. Öyle yerde bırakırız.
Zira herhangi bir meselede bir şey deyip demeyeceğimiz, diyeceksek ne diyeceğimiz, beyanımız, tavrımız, baştan bellidir. Kimliğimiz hangi meselede ne tutum takınacağımızı baştan söyler. O tek başına yetmezse, tarafımız bellidir, o taraflarda neye ne dendiği de bellidir. Dolayısıyla mesele oralarda bir yerde durur, hakkında ne söylenecekse söylenir, onun yüzünden kaç kişi linç edilecek veya vurulacak veya hapse atılacaksa bunlar yapılır, biz de kendimizi insan saymayı sürdürürüz.
Tıpkı akıl-mantık gibi, izan, vicdan, insaf ve utanma kavramlarını da tanımadığımızdan, yerde bıraktığımız sadece meseleler değil, çoğu defa insan olarak değerimiz, onurumuz, itibarımızdır aynı zamanda.
Akıl, mantık, idrak, izan şu bu ile zaten ilgilenmediğimizi söylemiş miydim?
Bırakın bizimkini, başka bir devletin başındaki insan da çıkıp cümle âlemden “Nusra’ya niye kötü diyorsunuz?” diye hesap sorsa telaşa kapılmamız gerekirken, eminim, cumhurbaşkanının bu sözleri yönetim katında sorun yaratmayacak, toplum nezdinde de herhangi bir kulaktan girip herhangi bir kulaktan çıkmayacaktır dahi. Kulaklara ulaşması mucize olurdu.
(Kulak demişken, kemere kulak dizmekten cenazeleri anca DNA testiyle teşhis edilebilir kılmaya geçiş de ülke için teknolojik ilerleme sayılmalı, fakat şu anda bu konuyla ilgilenemiyoruz, zira Nusra’ya yan bakıldı.)
Hatırlatmak gerekirse:
El-Kaide kısaltmasıyla tanıdığımız uluslararası cihat otoritesinin çeşitli ülkelerde birimleri, şubeleri, uzantıları var. Yerel düzeyde oluşan örgütler El-Kaide merkezine biat ediyor ve onun birimi, temsilcisi konumunu kazanıyorlar.
Irak’taki El-Kaide birimi, başından beri, merkezle sorunlu, başına buyruk, özel bir oluşumdu. Meşhur gaddar liderleri Zerkavi öldüğünde yerine “emir” seçerken de, yerel El-Kaide örgütünü “Irak İslâm Devleti” içinde eritirken de, yine liderleri öldürüldüğünde şimdiki “İslâm Devleti” halifesi Ebubekir el-Bağdadi’yi başa geçirirken de merkeze danışmadılar bile. Siyasî ve stratejik konularda hiç anlaşamadılar. En son, IŞİD denen oluşumun ortaya çıkışı ve halifelik ilanıyla birlikte, ilişkileri tamamen koptu.
Suriye’deki isyan içsavaşa dönüşürken, bu ülkede zaten hücreleri, bağlantıları bulunan “Irak İslâm Devleti”, orayı örgütlesin diye önemli kadrolarından bir grubu Suriye’ye gönderdi. Şam Halkına Destek Cephesi adı altında örgütlenen ve kısaca El-Nusra olarak tanınan bu grup, kısa sürede yayılmaya, etkinliğini artırmaya başladı. İpleri elinden kaçırdığını hisseden IİD emiri Ebubekir el-Bağdadi, birden bir açıklama yapıp, “Nusra Cephesi bizim kolumuzdur, onları oraya biz yolladık, adam verdik, silah verdik, para verdik, bize tâbidirler,” diye konuştu. Açıklamayı resmîleştiren kısımdaysa, Bağdadi, “Artık Irak İslâm Devleti de yok, Nusra da yok, Irak ve Şam (Levant) İslâm Devleti diye tek örgüt var, kumanda bizde,” dedi.
Suriye’yi örgütlemeye gönderilmiş olan Ebu Muhammed el-Colani hemen, “Arkadaşlara saygımız sonsuz, lâkin biz El-Kaide merkezine tâbiyiz, onun koluyuz, burada otorite biziz,” cevabı verdi.
El-Kaide’nin halihazırdaki lideri Ayman el-Zevahiri, “haydi bakayım, bırakın kavgayı, sen Suriye’de çalış sen de Irak’ta” diye devreye girdi, ama IŞİD’in başındaki müstakbel halifeden feci bir karşılık aldı. Bağdadi, “Ne Suriye’si, ne Irak’ı, emperyalistlerin çizdiği sınırları mı tanıyorsun!” diye haykırdı, Zevahiri’yi günahkârlıkla suçlamaya varacak laflar etti.
Ve IŞİD bir süre sonra kendini “İslâm Devleti” yaptı, yoluna El-Kaide’siz devam etti, El-Nusra da El-Kaide’nin Suriye kolu olarak varlığını sürdürdü. Halen böyle.
Yani bizim cumhurbaşkanımız, birilerine, artık kime soruyorsa, “Nusra’ya niye kötü diyorsunuz?” hesabı sorarken, azıcık açılmış haliyle şunu demiş oluyor: “El-Kaide’nin Suriye’deki koluna niye kötü diyorsunuz?”
Hoş değil mi? Hayal etmesi bile hoş: “Zevahiri Ankara’da”; üst başlık: “Ameliyata geldi” (cerrah ya adam!). İkili-üçlü fotoğrafların üstünde dişi başlık: “Ümmetin Geleceği Ele Alındı”. Başlıkları hayal etmek bile ne hoş. Köşeyazısı: “Ne işiniz var Afganistan’ın dağında? Gelin TOKİ size karargâh yapsın.” El-Kaide, “temel” gibi bir şey demek zaten. Yol tarifi: “Yahu Levent’te, El-Kaide Plaza’nın hemen orada!” İlkokullar arası yarışma haberi: “Miniklerin Bin Ladin Şiirleri Ağlattı”. Kültürel hegemonyacılar: “Tora Bora yelinden teni çatlamışların dergisiyiz”.
Washington’daki karar vericilerin yerinde olsam, “ne kötülüğünü gördünüz” çıkışı üzerine utancımdan yerin dibine geçerdim. Hakikaten, ne diyecek Obama buna? Hakikaten…
“Hakikaten lan!..” der mi der. Ve hemen Amerikan ordusunu YPG’nin üzerine salar.
El-Nusra, El-Kaide’dir. Sınırda TC askerleri -veya asker suretindeki başka resmî görevlileri, tam bilemiyoruz- ile “İslâm Devleti” militanları, sorumluları, yetkilileri arasında kurulmuş sıcak ilişkilerden biz anca haberdar olabiliyoruz (Kemal Göktaş’ın Cumhuriyet’teki haberlerine bakın; biri bu, bir başkası da bu. Cumhurbaşkanının “herkes biliyor”undaki “herkes” şüphesiz bunları bizden çok önce öğrenmiştir. Üstüne “Nusra’nın ne kötülüğünü gördünüz?” havaları…
Aynı anda, “fezlekeler tozlanmasın” muhabbeti.
“Azmışlar, kudurmuşlar” muhabbeti.
Türkiye, 2014 Haziran’ında, ABD’den bir buçuk yıl sonra, Rusya’dan altı ay önce, El-Nusra Cephesi’ni “terör örgütü” saymıştı. Ne yapalım? Sayılmaz, diyelim.
Düştüğümüz durumun farkında, idrakında değiliz. Bugünlerden çocuklarımıza Kürt cenazeleri üzerinde yükselen nasıl bir gelecek kalacağının, kültürsüz, sanatsız, fikirsiz, mizahsız, eğlencesiz bir hayata sürüklediğimiz koca ülkenin yarınını nasıl mahvettiğimizin farkında değiliz. Hep beraber azıcık rahatsız olmamız bile, şu koşullarda imkânsız görünüyor. Saplanılan bataklığın çamuru pek fena yapışkan, dibi sanıldığından daha derinde.
Keşke utanma duygusu ülkemizin daha çok bölgesinde yetişseydi. Keşke yabancı hakem gibi, bir kararla, hop!, getirtilebilseydi.
Bazen insanın hak veresi geliyor: Sahi, biz Nusra’nın ne kötülüğünü gördük ki?