Radikal, 23.07.2015
(BAŞLAMADAN BİR NOT: Okuyacağınız yazımı gazeteye göndermek üzereyken, Urfa'da iki polisin öldürülmesini HPG'nin üstlendiği yollu haberler duyuldu. Bunu kim hangi niyetle yapmış olursa olsun, ortadaki, cinayettir. Ama'sız, şiddetle kınanmalıdır, kınıyorum, herkesin kınamasını bekliyorum. Olayın insanî boyutunun yanısıra, bu cinayetin, Türkiye halklarının çoğulcu demokrasi ve özgürlük mücadelesine vuracağı darbeden ötürü ayrıca üzülüyorum.)
İstanbul Osmanlı Ocakları Gençlik Kolları Başkanı, İstanbul İl Öğrenci Temsilcisi, Meclis Üyesi, Siyasî Bilimler ve Tarih Bilimleri Uzmanı Furkan Gök, İstanbul/Sultanbeyli, osmanliocaklari.org.tr. Twitter kullanıcı adı: @FurkanGok1406. İki gündür, erken, çok erken, ama çok erken tarih olmuş gülen yüzlerine baka baka kahrolduğumuz gençlerin cenazeleri hâlâ omuzlarda taşınıyorken, milliyetçi, muhafazakâr, değerlerine bağlı Türk ailesi ve toplumuyla Türkiye Cumhuriyeti millî eğitiminin beraberce ürettiği mahsullerden bir yaratık, içindeki pisliği dünyaya şöyle kusuyordu:
"Canlı bombaya rahmet ve yakınlarına sabır diliyorum."
Bir gece önce, “kurbanlara bir 'Allah rahmet eylesin' diyemiyorsunuz” sözüne karşılık -başka birinden- şu cevabı aldım:
“koministe Allah rahmet değil azab eder...”
Haliyle, “Siz mi karar veriyorsunuz Allah'ın kime ne yapacağına?” diye sordum. Aldığım cevap (yazılışa dokunmuyorum):
“allah kendisini inkar edenlere nasıl muamele edeceğini kur'an-ı kerim de uzun uzun anlatmış. O değilde o gençlerin ahireti mahvoldu.”
Galiba tam yazarken, bunca insanın bombayla paramparça edilmesinden yine de belli belirsiz bir huzursuzluk duymuş, gençlerin ahiretine dair yazıklanmasını dile getirmiş. Ama anlaşılan bombacının ahiretine pek bir şey olmamış. Ve bu beyefendi, yeryüzünü paylaştığı bir kısım hemcinsini “kahredilebilir yaratık” kategorisinde görüyor belli ki. Günün birinde, bakarsınız, ahirete iş bırakmamak, Allah'ın nasıl olsa yapacağını önceden yapıp sevap kazanmak için harekete de geçer.
İki kişiye ait üç cümlede, Türkiye'de bugüne kadar yaşanmış birçok katliamın kitlesel zemini, geri planı, manevî şemsiyesi, şu bu...
Eksik kalan bir kısım daha var şüphesiz. O başka yerden tamamlanıyor.
Kucağında bebeğiyle profil fotoğrafı koymuş, kullanıcı adına mâlûm “TC”yi eklemiş genç bir kadın:
“Saldırıyı kınıyorum. Daha büyük bomba yok muydu?”
Ve İslâmcı olmadığı belli birçok insanın, arkalarını dönüp ilgilenmemek, omuz silkmek, seviniyorlarsa o uğursuz sevinçlerini kendi kendilerine veya kendileri gibilerle yaşamak yerine haykırmayı, ilan etmeyi yeğlediği küfürler, hakaretler, “az bile!” mesajları. Diyelim zerre kadar üzülmedin. Bu bir şey. Hattâ sevindin. Bu başka bir şey. Ama bunu ilân etmek istemek bambaşka bir şey. Neden? Bu kötülükten umduğun nasıl bir tatmin?
Daha önemlisi, bunun kınanmayacağını, hattâ ayıplanmayacağını bilmek veya umursamamak.
Düşünün ki henüz Ülkücü camiaya gelmedik bile. AKP ve dindarlar takıntısı yüzünden ısrar ve inatla ve şüphesiz tarihin görüp göreceği en büyük aymazlıkla bir şekilde daha iyi bir şey sanılan MHP ve etrafında birikmiş faşizan ahali, Suruç katliamını “şenlik var!” diye kutladı. “100 olmalıydı, 27 de ne ki?” türü mesajlar -katliamın henüz 27 cana mal olduğu sanılıyordu- birbirini izledi. Sayı arttıkça neşe de artmıştır muhtemelen.
Güya birbiriyle hiç anlaşamayan, hele İslâmcılarla TC'liler vakasında, her biri kendini ötekinin can düşmanı gibi sunan insanların, diyelim bir mahalledeki yoksullara yardım için biraraya gelmesi, hayırlı bir iş sayılır, hepsi için olumlu düşünmemizi sağlardı; ve şaşırtıcı da olmazdı; “hayır işidir, kimdir nedir bakmamışlar, gelmişler sağolsunlar” falan denirdi.
Peki, aralarında yirmili yaşlarında gençlerin ezici çoğunlukta olduğu 32 insanın hunharca katledilmesi, normal zamanda birbirinden tiksinirmiş gibi davranan birilerini nasıl anında, neredeyse aynı marka aynı model nefretle yüklü olarak biraraya getirebiliyor? Nedir bombacıyı kutsayan Osmanlı özentisi alçakla TC'li rezili aynı safta karşımıza çıkaran?
Aynı soykırımın, aynı etnik temizliklerin, aynı katliamların sahipleri, sözde düşmanlar. Acaba anahtar burada mıdır? Aynı millet-i hakime..?
Kilidin bulunduğu odaya girmekten hep beraber kaçınıyoruz. Oysa o odaya girmeden, o kilidi açmadan, bir toplum olamayacağız. Askeriye bu memleketin ahalisini bir toplummuş gibi birarada tutuyordu. Aslında hiçbir zaman bir toplum olmadık. Suruç katliamından sonraki gösterilerden birinde taşınan bir pankart, Türklerle Kürtler arasındaki manevî kopukluktan çok daha fazlasını çok güzel ifade ediyordu:
“Ben ağlarken sen gülüyorsan kardeş değiliz.”
Otuz iki insan bombayla paramparça edildiğinde gerçekte üzülmeyen bile üzülmüş gibi yapar, akıl ve ruh sağlığı azıcık yerinde olan bir toplumda. “Oh olsun” diyemez kimse. Diyen ayıplanır. İçten içe sevinen bile kendi mahallesinden biri “oh olsun” demeye kalksa engel olur. Asgarî insanlık icabıdır. Ötekini boğazlamayı buyuran dinler bile böyle şeyler telkin eder.
Ama bizde Allah'a şükür böyle mecburiyetler yok. (Polisin öldürdüğü çocuğun annesi alnı secdeye değen lider tarafından miting kalabalığına yuhalatıldığında, son insanî-ahlâkî bariyer de kaldırılmış, “yol verilmiş” oldu.)
Şu memlekette barış yüzü görebileceksek buraya gidişte en hayatî rollerden birini oynayacağı şimdiden belli olan insana -Selahattin Demirtaş'a-, utanmadan, sıkılmadan, insanın en rezil yönlerini ortaya dökerek, üstelik kendi üstüne sıçramış pisliği başkasına bulaştırmaya çabalayarak, böylece kendisine konacak patolojik teşhisleri bir de “yansıtma” davranışı ile zenginleştirerek, “katil” yaftası yapıştırmaya kalkmak; bunu, doğru olmadığını, gündelik siyasî çıkar için yapıldığını, yalanlığını bile bile, yaratacağı çok kötü sonuçları umursamadan yapmak, -gerçi daha önce de hiç görmedik değil ama- düşülecek seviyenin haddi hududu da olmadığını gösteriyor.
Bir gün şöyle bir mesaj görmüştüm sanal âlemde:
“Allah'a inanmayan birinin ahlaklı olması ya ahmaklığından, ya korkaklığından veya beceriksizliğindendir.”
“Allah'a inanmayan” kesimde de şüphesiz yüksek dozajda mevcut ahlâksızlığa gözümüzü kapıyor gibi olmayalım, o başka bir zaman konumuz olsun. Şimdi şunu soralım: yukarıdaki tarifi yapan bir “inanmış” kimsenin ahlâkı nasıl bir ahlâktır? Türkiye'de IŞİD-DAİŞ'in manevî ortam ve zemininin yaratılmasına çalışmaktan vakit bulursa büyük İslâm âlimi Hayrettin Karaman izah ediversin.
Bu sözün gerisindeki hayatı çözmüşlük duygusuna, kibire bakın. Yine de şükredelim, ahmak, korkak veya beceriksizsek ahlâklı olabileceğimizi teslim etmiş; bu kadarcığını çok görmemiş inanmayanlara.
Fakat “aslında ahlâklı olmaya ne gerek var?” diye sorduğunun farkında değil. Yani ahmak. Ahlâka yalnız Allah korkusundan başvuruyor. Yani korkak. Üstelik başkalarına laf ederken bunları ortaya döktüğünü fark etmiyor. Yani beceriksiz.
Cehaletle kibirin bu karışımı, -dindarı seküleri, cahili tahsillisi dahil- toplumumuzun kültürel davranış ortalamasıdır. İçerik değil ama, bu yaklaşım, bu tavırdır, o hep sözü edilen “millî değer”. Bebeğiyle verdiği pozun yanında “niye daha çok insan ölmedi” diye hayıflanan “TC”li kadınla, Sünni Müslümanların ezici çoğunlukta olduğu bir ülkede doğdu ve hasbelkader bu insan grubundan sayıldı diye kendini herkes hakkında hüküm vermeye ehil sanan kibirli herifi aynı safa dizen şey işte, memleketin esas meselesi.
Otuz iki insanı paramparça etmiş ve hükümetin en azından ihmali, devletinse bir şekilde göz yumması-iştirakiyle gerçekleştirilmiş katliamdan sonra HDP'nin “Meclis'i olağanüstü toplayalım” çağrısını CHP karşılıksız bırakabiliyorsa; üstelik bunu belki bir çare doğar umuduyla bekleyen insanlara doğru dürüst bir açıklayıcı söz söylemeksizin yapabiliyorsa; böyle bir zemin üzerinde yaşadığımız içindir.
* * *
Artık çok iyi tanıdığımız, ruhumuzun her yerini ayrı kanatan o hunharlıkla bizden koparılıveren arkadaşlarım, kardeşlerim, kızlarım oğullarım; o gülüşlerle, o iyilikle, o gençlikle nereye gittiğinizi sanıyorsunuz? Olacakları bilse aranızdan birinin yerine geçmeyi isteyecek çok insan vardır benim kuşağımdan; inanın. Bunu da beceremedik, affedin bizi.