Chulov'un haberi, "istihbarat işlerine aşina, üst düzey bir Batılı yetkili"nin anlattıklarına dayanıyor. Anlatılanlar, özetlenmiş haliyle, şöyle:
Amerikan özel kuvvetleri, Mayıs ayında, Suriye'nin doğusunda bir IŞİD-DAİŞ karargâhını bastı ve örgütün önemli isimlerinden Abu Sayyaf'ı öldürdü. Bu, adı ortalıkta pek dolaşmayan, örgütün sadece bazı kodamanlarıyla teması olan bir adamdı. Bu Tunuslu cihatçı, belli ki, yürüttüğü görev nedeniyle gölgede kalmayı tercih ediyordu. Abu Sayyaf, 2013 ortalarından itibaren IŞİD'in petrol kaçakçılığı "işinden" sorumluydu. Petrol satışı, özellikle o dönemde örgütün aslî gelir kaynağı konumundaydı ve alıcıların büyük çoğunluğu Türkiye'dendi.
Cihatçılarla yasadışı petrolün Türkiyeli alıcılarının bu ilişkisi, Ankara'nın örgütle yakınlığına, ittifakına yoruluyor, Washington ve Avrupa'nın çeşitli başkentlerinden Ankara'ya bu konuda şikayetler iletiliyordu. Bunlar, Türkiye'nin 900 kilometrelik güney sınırının örgüt tarafından her iki yönde fazla rahat kullanıldığı yollu şikayetlere eşlik ediyordu. Dünyanın dört yanından binlerce cihatçı buradan geçip IŞİD ve öbür silahlı örgütlere katılmıştı. Aynı şekilde, cihatçılar bu sınır aracılığıyla Türkiye topraklarını bir nevi güvenli arka bahçe olarak kullanıyorlardı.
2013'ün ikinci yarısında günde bir ile dört milyon dolar arasında petrol parasının IŞİD-DAİŞ'in kasasına aktığı hesaplanıyor. Ne olursa olsun gücü sınırlı bir radikal örgütün, iki ayrı devletten toprak ele geçirerek etrafındaki bütün sınırları tehdit eden devletvarî bir yapıya dönüşmesinde, ilk ağızda, bu muazzam yasadışı petrol geliri de rol oynadı. Abu Sayyaf bu işi yürüten adamdı.
Gazeteciye gizli bilgileri veren üst düzey Batılı diplomatın söylediğine göre, ele geçirilen "yüzlerce flash-disk ve belge", IŞİD mensuplarıyla Türk yetkililer arasında "doğrudan temaslar"ın varlığını "inkâr edilemez" şekilde ortaya koyuyor. Bu Batılı yetkili, işi biraz daha ileri götürerek, "bunlar Ankara ile ilişkilerimizde ciddî sorunlar yaratabilir" de demiş.
Abu Sayyaf'ın yönettiği petrol kaçakçılığı mekanizmasının artık büyük ölçüde zayıfladığı biliniyor. Yine de birtakım tankerler dermeçatma rafinerilerden sınıra petrol taşımayı sürdürüyor. IŞİD'in henüz Suriye ve Irak'ta, denetimindeki topraklarda "sürdürülebilir bir ekonomi" yaratamadığı düşünülüyor. Örgütün Türkiye sınırına ihtiyacı bu yüzden aynı zamanda ekonomik.
Chulov'un görüştüğü yetkili, "Savaşta, uzun zamandır gölgede kalmış şeylerin günışığına çıktığı bir aşamadayız," demiş. "Suriye'nin batısında Hizbullah hakim ve Türkiye'nin rolü, bunu artık nasıl tanımlayacaksanız, giderek berraklaşmaya başlıyor. Onlar için önemli bir zaman. IŞİD'i kendi egemenliklerine karşı tehdit olarak görecekler mi görmeyecekler mi? Esad bu örgütle oynadı ve kaybetti. Türkler de kaybedecek. Bundan büyük zararlar doğdu."
* * *
NOT: "Batılı yetkili"nin verdiği bilgilerin doğru olduğuna inandığımı, ancak çıkardığı sonuçlardan şüphe duyduğumu belirtmeliyim. Türkiye'nin IŞİD-DAİŞ'le, resmî yetkilileri aracılığıyla, pazarlık ve işbirliği niteliği de taşıyan temasları en az iki ay önce belgelendiyse, bunun daha görünür sonuçları olmalı değil miydi? Yoksa bir süre önce başlatılan operasyonlar ve jargonun yavaş yavaş değişmesi, bu belgelerin "masaya konmasının" sonucu muydu? İncirlik'in açılması ve Ankara'nın IŞİD'e karşı koalisyona resmen katılma kararı da mı öyle? TC hükümetinin, şu andaki icraatına, IŞİD'i değil Kandil'i bombalamasına, polis operasyonlarında 120-130 IŞİD'çiye karşılık 700 kadar Kürt ve solcuyu içeri atmasına, kendi ülkesinin ormanlarını yakmasına, Kürtlerle savaş çıkarmaya çalışmasına bakılırsa,
(a) sözkonusu belgeler Batılı yetkilinin ileri sürdüğü kadar berrak işbirliği kanıtları -dolayısıyla o kadar ürkütücü- değil;
(b) öyleler ama ABD bunları Ankara'ya karşı pek de etkili şekilde kullanmaya niyetli değil;
(c) AKP hükümeti (+TC devleti) bunların ortaya dökülmesi ihtimaline boşverecek kadar gözü dönmüş halde.