Radikal, 17.12.2015
Ne umuyorsunuz? Ne bekliyorsunuz? Ne olsa rahat edeceksiniz? Ne olsa kendinizi meseleyi halletmiş sayacaksınız?
Maksadınız, “Ermeni meselesi hallolunmuştur”daki gibi halletme mi? Öyle halledince kendinizi çok mu iyi, çok mu değerli, çok mu imanlı, çok mu medeni hissettiniz? Yaptığınız hepimizi hasta etti. Hem yaşama hem yaşatma kabiliyetimiz yerlerde sürünüyor, farkında değilsiniz. Linci nasıl bu kadar doğal sayabiliyoruz? Bazı davranışlarımız vahşi doğaya şuurlu bir insanınkinden fazla yakın; neden? Unutma-yok sayma dallarında sadece bizim bildiğimiz, başkalarının bilemediği, simya ürünü, fantastik zihin ve beyin kabiliyetleri geliştirmiş olmamız neden? Bütün bunların kaynağı nedir sanıyorsunuz?
Bunlar ciddî bir hastalığın sonuçları. Durmadan inkârla onmaz hale getirilmiş bir hastalık…
Hiçbir şeyin yolunda gitmediğini bile bile hırsla, iştahla inkâr… Bu da ayrı hastalık. Niye bütün kendimizi kandırma çabalarımıza rağmen kendimizi lanetli gibi hissediyoruz? Niye insanlığın gerikalanından farklı olduğumuzu vehmediyoruz? Bu ihtiyaç nereden doğuyor? Kendinize soramıyorsunuz bile. Lüzumsuz parlamalarınız, tahripkâr şirretliğiniz, kendinize benzemeyen herkesten, her şeyden tiksinmeniz, farklı laf söyleyen kimseyle akıl-mantık sınırları gözeterek tartışamayışınız niyedir? Yoksa bu korkma mıdır? Aşağılık kompleksi mi herkesten tiksinmeye dönüştürdü bunu?
Yeni hastalıklara, bu defa artık asla onmayacağı belli hastalıklara yeni kaynaklar mı yaratmaya çabalıyorsunuz? Vücudunda Teşkilat-ı Mahsusa virüsü dolaşmayan kalmasın, mazallah insan gibi yetişme tehlikesi bulunan ergen yol yakınken bu dünyadan vazgeçsin, asla yetişkin olamasın mı diyorsunuz? Yekvücut Teşkilat-ı Mahsusa milleti mi istiyoruz? Ama onların bazıları mason ve hattâ ateistti, bizimki böyle olmasın; içki de içilmesin, bunda ayrışalım, azınlıkları yok etmede birleşelim… O ne güzel bir millettir ki içindeki azınlıkları yok etmede birleşir ve hiç ayrışmaz! Size bir sır ifşa edeceğim: Abdülhamit’le İttihatçılar senin babandı yavrum! Ya… ikisi birarada üstelik! Kan bağıyla bağlıydılar. Kendi kanları değil.
Hiç sordunuz mu kendinize: Siz nesiniz ve ne istiyorsunuz? Onu yok ediyorsunuz, yetmiyor, bunu yok sayıyorsunuz, olmuyor. Size çok kötü bir haberim var: Olmayacak hayalin peşindesiniz. Siz tek aykırı sesin çıkmadığı, her kimi istiyorsanız asabildiğiniz, kimi istiyorsanız kesebildiğiniz, her ayini hep beraber yapabildiğiniz halde kalamazsınız ki! Diyelim sırf Kürtleri değil, kafanıza uymayan herkesi yok ettiniz, huzur bulamayacaksınız ki. Huzur canlı olsaydı onun gözünde siz varlığı sezildiği anda uzağa kaçılacak uğursuz canavarlar olurdunuz. Kafaları sağa çeviriyoruz, deseniz, erken çevirenler çoğunluksa azıcık geç çevirenleri asar; sola çeviriyoruz deseniz -ki demezsiniz-, tam çevirmediler diye yine birileri birilerini keser. Siz son ferde kadar birileri birilerini kessin mi istiyorsunuz? Nedir sizi rahat ettirecek, insan gibi yaşattırmayı geçtim, size bir nebze huzur verecek olan? Huzur derken, sizden farklı herhangi bir yaratığın, bir kelebeğin, bir böceğin, eğreltiotunun, ne bileyim, birden fazla renkli herhangi bir şeyin varlığının sizi rahatsız etmediği durumu kastediyorum.
Fakat huzur ne kelime! Tanımıyorsunuz ki öyle bir şey, isteyesiniz… Gerçi mazeretiniz var; hakikaten görmediniz bilmediniz tanıyamadınız. Belki bu yüzden sadece savaş istiyorsunuz.
Bitmek bilmeyen, içlere işlemiş, ruhlara sinmiş, soluk aldırtmayan, başka şey düşündürtmeyen, ürettirmeyen, vurdukça, kırdıkça, devirdikçe, yaktıkça biraz olsun yaşıyormuşsunuz hissini size veren bir ezelî ebedî savaş… Savaş olmazsa, toprağı zaptedilecek, hüküm altına alınacak, gönlünüz istediğince zulmedilecek, köle edilecek, kullanılacak veyahut baştan yok edilecek düşman olmazsa haliniz nic’olur? Harp mi varkalmanın şartı?
Onun da gayrinizamisi mi? Hamidiye Alayını güncelledik, Teşkilat-ı Mahsusa çetesiyle kardık kaynaştırdık, füzyonun dibine vurduk, gelsin karaböcekler, Ruandalılar bile o siyah ve yoksul halleriyle, uyduruk palalarıyla “hallettiler”, bizde en modern termal takip cihazları şu bu var, üstelik beyazız mı diyorsunuz? Olay mahalline gönderdikleriniz, devlet nâmına nizam tesisi için orada bulunanlara pek benzemiyor. Kimbilir hangi devlet uyuşturucusunun kendinden geçirdiği kırımcılar gibi davranıyorlar. Siz ne yapmaya çalışıyorsunuz?
Diyelim ezdiniz. Kırdınız, mahvettiniz. Ölen öldü. Kalanı içeri attınız. Ne olacak sanıyorsunuz? İçiniz rahat mı olacak? Bunca kana girdik, bunca ocağı söndürdük, bal gibi yaşadık, yine yaşarız mı diyorsunuz? 1915’in eli kanlılarının isimlerini tam da kurbanların oturduğu sokaklara, çocuklarını gönderdiği okullara verdik, ne oldu, huzurumuz mu kaçtı diye mi meydan okuyorsunuz? O kaçana huzur değil onur deniyor.
Topla tüfekle çok şey yapılabilir. Diyelim yaptınız. Gençleri başlarından vurup sokaklara serdiniz, cenazelerini sürüklediniz, yüz bin kişinin göçmesini sağladınız, Cizre’si, Silopi’si kuraklaştı, Diyarbakır soldu. Kalana tankla daldınız. Sonra ne olacak? Yetmiş bin kişi kalacaklar ve gerekli yüzsüzlük süresini geçirdikten sonra “komşularımızdı, iyi insanlardı” muhabbeti mi yapılacak, bir yandan isimleri küfür yerine kullanılırken?
Kaç kere topluca öldürdünüz. Yaşayan her ailenin katledilmişi, genç yaşında mahpus edilmişi, sakat bırakılmışı, dağa gitmişi var. Küçücük çocuklara yapmadığınızı bırakmadınız. Şimdi büyüdüler, size öfkeliler diye, ufak kardeşlerini daha beter etmeye uğraşıyorsunuz. Bu ufak kardeşler azıcık boy attığında ne yapacak, ne umuyorsunuz, ne bekliyorsunuz? Hiç büyümesinler, baştan öldürelim mi diyorsunuz? Şimdi öyle bir sindiririz ki, bir daha ayağa kalkamazlar mı diyorsunuz? Yoksa daha bir öfkeyle kalkarlar, ne güzel, hep savaşırız mı? Hangisi?
Duvara “gücümüzü göreceksiniz” yazıyorsunuz. Görünce ne yapmalarını bekliyorsunuz? Bugüne kadar kaç defa kırdınız geçirdiniz; ne oldu? Sizin istediğiniz mi oldu? İstediğiniz bu muydu? İstediğiniz bu idiyse siz sahiden bu kadar zavallı mısınız? Başkasını ezerek tatmin olan, zavallıdır.
Onurdu, haysiyetti, çoğunluğa, güçlü olana yaraşır olgunluktu, tevazuydu, bunları geçtik, bitti, beklemiyoruz artık. En ufak bir insaniyet kırıntısı da mı beklenemez sizden? Tek derdiniz zulmü başkasının yapıyor oluşu muydu? Yoksa sadece ufak, kapasitesiz, kifayetsiz ırkçılar mıydınız, elinde Kur’an olduğu için biraz daha bişeymiş gibi gözüken? Bari… en azından… Allah’ı tarif ederken yalan söylemiyorsanız, bu yaptıklarınızı yanınıza bırakacak bir yaratıcıdan sözediyor olamazsınız. Siz düpedüz, insanları kandırmak için kullandığınız, dünyevî zenginlik ve iktidar peşinde koşarken kalkan ettiğiniz kutsal metinde “zulüm” diye tarif edilen şeyleri yapan, düpedüz “zalim” diye tarif edilen yaratıklarsınız.
Rahat uyuyabiliyorsanız, pişkinliğinizden.