20 Şubat 2015 Cuma

Hayatı istila etmiş bir canlı türü

"Aramızda yaşayan..." demek isterdim, ama diyemiyorum, çünkü neredeyse biz sıradan insanlar onların arasında yaşıyoruz. Çoklar. Sayıları bizden çok değil; yaygaraları, cazgırlıkları, şirretlikleri, nereye dönsen oradan karşına çıkabilme yetenekleriyle ortalığı kaplıyor, zehirliyorlar. Hayatı karartmayı, azıcık taze her soluğu kesmeyi başarabiliyorlar.

Eğer, özellikle bu canlı türünün de üretim ve dağıtımına şevkle iştahla katıldığı yaygın "fail kültürü"nü benimsemiş biriyseniz, işiniz kolay. Bu canlılara söver sayar, döner gidersiniz. Maksadınız mesele halletmekse, yandınız. Ortamı dezenfekte etme şansınız olsa bile bunların yaydığı kötülük kolay kolay temizlenemiyor.

Bu canlı türünün nümuneleri, iki karşıt cephede, iktidarın propaganda aygıtında ve sanırım kendilerine sorsak sıkı muhalifler olduklarını söyleyecek şımarık büyükşehir insanları arasında bolca bulunuyor.

Muktedir utanmazlığı


İlk alt-tür, hükümete, onun basınına, hizmetkârlarına, silahşörlerine, yalakalarına yapılan her türlü eleştiriyi İslâm'a ve dindar halka yapılmış göstererek eleştirel sözün kendi mahallelerine sokulmamasını, ona kulak verilmemesini sağlamaya çalışıyor. Basit bir yöntemle: söyleneni değil söyleyeni hedefe koyarak onu dinlemeye değmez kılma. Bunun için tabiî ki bu toprakların, her türlü egemen tarafından titizlikle yeniden üretilmiş sistemli cehaletinden, öğrenme isteksizliğinden, "hak geçmesin" duygusunun eksikliğinden ve fail kültüründen yararlanıyorlar. Tıpkı karşı cephedeki acımasız benmerkezciler gibi. "Ha, o mu demiş? O zaten ...dir." Eleştiri karşısında, büyük-küçük her türlü iktidarın savunucusu ilk bu silaha sarılıyor. Ve ne yazık ki, neden değil fail arama çağdaş Türk felsefesinin temeli olduğundan, birçok insanı da bu çukurlarla dolu, çamurlu yola sürükleyebiliyorlar.

Araştırıcı titizliği ve üşenmezliğiyle Türkiye'nin en vasıflı gazetecilerinden biri olabilecekken bir tür masabaşı Goebbels'i olmayı seçmiş bir kimse, meselâ, İslâmcılara "dini ne hale getirdiniz" eleştirisi yapıldığında, bu ülkenin Müslüman çoğunluğunun eleştirilmesi gereken eylemlerine değinildiğinde, sana "Türk Pegida hareketi" damgası vurarak saldırıya girişiyor. Yazılana bakmıyor bile. Acaba herifin dedikleri arasında kayda değer, haklı, hesaplaşılması gereken bir şey var mı? Böyle bir sorusu yok. Biliyor ki, bunları söyleyen, şu andaki iktidar pratiğini onaylamıyor. Dolayısıyla bir an önce susturulması, hele samimi Müslümanlara asla ulaşamaması gerekir. (Propagandacıya kötü haber: Ulaşıyor.)

Eğer yargı-adalet denen şeyler Türkiye'de varolsaydı, kendisini mahkemeye verir ve o davayı kazanırdım. Çünkü bu hem hayatı ırkçılıkla mücadele ile geçmiş birine büyük bir iftira ve hakaret hem de bu memlekette birini "İslâm düşmanı" diye tanıttığınızda o insanı doğrudan hedef yapıyorsunuz demektir. Başınız biraz daha sıkıştığında yapabileceklerinizi de gösteriyor bu. (Bu paragrafın şifre kodu: esnaf bıçağı.)

Bahsettiğim, zeki, kavrayışlı bir insan. Ne söylenmek istediğini elbette anlıyor. Din adına yedikleri herzelerin hesabının görülmesini elbette istemiyor. Böylece aslında "hesaba çekilme"ye falan da inanmadığını ortaya koyarken başkalarını din düşmanlığıyla damgalayıp ortaya sürüyor. Ayıp diyemiyorum, oraları geçtik. Utanma ihtimali hiç var mı? Yok. Çünkü hem riya bataklıktır, çırpınsan da çıkamazsın hem de bu bataklık azizleri doğuştan doğru, haklı, hattâ mukaddes varlıklar. Hele bir de ellerinde iktidar varsa...

Şımarıklığın dayanılmaz hafifliği


Gerçi yoksa da vaziyet değişmiyor. Özgecan'ın başına geleni öğrendiğimiz gece, Türk yargı sisteminin, polisin, yöneticilerin onyıllardır erkek şiddetinin onaylayıcısı, teşvik edicisi gibi çalıştığını hatırlatma gereği duydum, çünkü mesele daha ilk andan "işte, bunlar bu hükümet yüzünden oluyor" hattına çekilmişti. Erkek şiddeti gibi bir konu, gündelik politikanın sıradan malzemesi yapılamayacak kadar köklü, derin bir mesele. Bizim memleketimizde özellikle büyük mesele. AKP önderlerinin kadınlara, özellikle kadın-erkek eşitsizliğine dair sergiledikleri ideolojik, münasebetsiz ve idraksiz tavırlar elbette erkek saldırganlığını teşvik edici rol oynadı, oynuyor. Ancak bu, sorunun esas büyük kökü değil.

"Kardeşim, cahillik, ucuzluk etmeyin, bu meselenin kökü çok derin ve geçmişe uzanıyor" anlamında bir söz söyler söylemez, küfür eden, hakaret eden mi ararsın, alay eden, aşağılayan mı, aklınca teşhir eden mi... "Ne AKP aşkıymış ya!.." diye mesaj atıyor adam. Emin ya o esnada fındık beyninde dönenlerden! Salaklığı, kavrayışsızlığı bir yana, hayatında bir taşı şuradan alıp şuraya koymadığı belli olan insanlar, zina yaptı diye kadın taşlama ilkelliğine ne kadar kolay kayabileceklerini ortaya koyuyorlar. Sen önce bir bak, ne deniyor burada. Beni sevmen, benimle dost olman gerekmiyor ki. Söylediğim doğru mu değil mi, gerekli mi, ona bak. Ben de seninle dost olmayı aklımdan bile geçirmiyorum zaten. Ancak senin gibilerden kurtulunca doğru dürüst bir demokrasi ve sosyalizm mücadelesi verebileceğimize inanıyorum. Çünkü saçtığın kötülük, benmerkezcilik ve yaydığın yalancılık, iftiracılık, failcilikle olsa olsa bugünkü gibi iktidarlara ortam hazırlıyorsun. En azından şunu düşünebil, bari: Erkek şiddetinin korkunç örneklerinden biri yaşandığında benim aklıma mesele hakkında bilebildiklerim geliyor, senin aklınsa hükümette, bu yüzden herkesin her dediğini anca oradan anlamlandırabiliyorsun. Anlatabildim mi: sorun sende.

Nitekim hemen ertesi gün onca kadın ve kadın örgütü, erkek şiddetinin devletçe nasıl sistemli olarak korunup kollandığını, teşvik edildiğini ortaya dökmeye koyuldular. Çünkü erkek şiddeti denen, daha da derin mesele Türkiye'de ele alınırken kaçınılmaz olarak öncelikle uğraşılması gereken boyutu bu. Bunun köklülüğüne, sürekliliğine vurgu yapanı hükümeti savunuyor sanmak idraksizlik, böyle olmadığını bile bile insan karalama amacıyla bu yola sapmak hilekârlık. Erkek şiddeti dökümü yapan kadınlara "boşverin geçmişi" deseydiniz ya, sıkıyorsa!

İktidar propaganda aygıtında bile çirkin duran bu canlı türünün muhalif saflarda maalesef bu kadar bol bulunması, demokrasi-özgürlük hareketini zayıflatıyor. Çünkü doğruluk dürüstlük muktedire, sağcıya gerekmez, bize gerekir. Biz ihtiraslı otokratların iki dudağının arasına sıkışmış çalma çırpma düzeni kurmak istemiyoruz, değil mi; bizim başka, güzel amaçlarımız var; yok mu? Cahil, kötücül, linççi, mütemadiyen sebep değil fail odaklı düşünen bir değişim ve özgürlük hareketi olamaz. İş kötülüğe gelirse hep kötüler kazanır.

Bizim memleketimizde insanlar niye hiç dümdüz yanlış yapamıyor, yanlış gözlemiş, eksik değerlendirmiş, hesaba katamamış, sağlıklı sonuç çıkaramamış falan olmuyor da her kararlarını birtakım gizli niyetlerle, her tavırlarını çıkar uğruna almış sayılıyorlar, bunu da başka zaman konuşalım.