Ankara katliamı ardından CHP ve HDP’nin Başbakan Davutoğlu’na yönelttiği, Türkiye’de IŞİD’in durumuna ilişkin sorulara yanıt beklerken, bu konuda uluslararası medyada yer almış önemli bir iddiayı hatırlamalı.
İddia şu: ABD’nin elinde Türkiye hükümeti ile IŞİD arasında “yadsınamaz” ilişkilerin olduğuna dair bilgi ve belgeler var.
Nasıl ele geçmişti bu belgeler, hikayesini derledim:
ABD Suriye’de bir yıldır IŞİD’e yönelik hava operasyonları düzenliyor. Ama sadece bir kez kara operasyonu yaptı ya da karadan düzenlediği bir operasyonu şu ana dek sadece bir kez duyurdu.
Amerikan Özel Harekat Birliği’ne bağlı askerler, 16 Mayıs’ta Deir El Zor vilayetinde, Suriye’nin en büyük petrol yatağının bulunduğu El Ömer’de bir eve baskın yaparak Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) liderlerinden olduğu söylenen Ebu Seyyaf’ı öldürdüler.
Konuyla ilgili açıklama yapan Savunma Bakanı Ash Carter, Ebu Seyyaf’ın askerlere direnmesi üzerine çıkan çatışmada öldüğünü duyurdu. Baskında Ebu Seyyaf’ın 25 yaşındaki Irak vatandaşı karısı alıkonulurken, evlerinde esir tuttukları bir Ezidi kadın kurtarıldı.
Operasyon ulusal güvenlik ekibinin şiddetli tavsiyesi üzerine bizzat ABD Başkanı Barack Obama’nın talimatıyla düzenlemişti. Demek ki, Tunus vatandaşı olduğu kaydedilen Ebu Seyyaf Amerikan askerlerinin hayatını riske atmaya değecek kadar önemli bir hedefti.
Nitekim Carter yazılı açıklamasında örgüte “büyük darbe” indirildiğini belirterek, “Ebu Seyyaf IŞİD’in askeri operasyolarına müdahildi ve terör örgütünün yasadışı petrol, doğal gaz ve mali operasyonlarına da yardım ediyordu,” ifadesini kullanmıştı.
Gelgelelim, IŞİD uzmanlarının daha önce pek duymadığı bir isimdi Ebu Seyyaf. Öldürülmesi, yani yokluğu nasıl bir darbe olabilirdi örgüt için, yorum yapılamadı. Buna karşılık, Ebu Seyyaf’ın evinde ele geçirilen bilgisayar kayıtları ve dökümanların asıl ganimet olabileceği konuşuldu. Zira İngiliz istihbaratıyla yeri tespit edilen ve Ebu Muhammed El Iraki, Abdül Gani gibi isimleri de kullanmış olduğu belirtilen Ebu Seyyaf, pekâlâ askerleri riske atmadan bombardımanla da elimine edilebilirdi. Demek ki asıl peşine düşülen, belge ve kayıt konusunda çok titiz olduğu bilinen örgüte dair, bu evde ele geçen istihbarat malzemesiydi.
Çok geçmedi, bu evde ele geçen istihbaratın niteliğine dair bir yazı İngiliz The Guardian gazetesinin kıdemli bölge muhabirlerinden Martin Chulov’dan geldi. Chulov, adını vermediği “Batılı bir yetkili”nin ağzından, bu belgelerin Türk yetkililerle üst düzey IŞİD üyeleri arasındaki “yadsınamaz” ilişkiyi ortaya koyduğunu yazıyordu. Aynen aktaralım:
“Orada yüzlerce flash disk ve döküman ele geçirildi. Şu sırada analizi yapılıyor, ama bağlantılar o kadar açık ki, bizimle Ankara arasındaki ilişkiler açısından muazzam siyasi sonuçlar doğurabilir.”
Chulov’un yazısı 26 Temmuz tarihinde yayınlandı. Suruç saldırısının (20 Temmuz) ertesinde. Nitekim Chulov, Türkiye’nin bir yıl ayak diredikten sonra Suruç saldırısını müteakiben İncirlik üssünü ABD’ye açıp (22 Temmuz) IŞİD’e karşı koalisyona katıldığını hatırlatıyor. İngiliz gazeteciye bilgi veren “Batılı yetkili” Türkiye’nin El Nusra ve Ahrar uş Şam da dahil diğer muhalif gruplarla IŞİD arasında pek ince bir ayrım yaptığını, “askeri olarak hepsiyle işbirliği yaptığına dair kuşku olmadığını” da söylüyor.
Bu haber üzerine Birgün gazetesi Martin Chulov ile bir mülakat yaptı. Mutlaka okuyun. Ben sadece iki soru-cevabı aktarmak istiyorum:
- “Makalenizde bir IŞİD militanının ‘Ortak çıkarlar dolayısıyla, Türkiye, IŞİD’e güçlü biçimde saldıramaz’ ifadesine yer veriyorsunuz. Nedir bu ortak çıkarlar?
Chulov - Kürtlere karşı baskı, Esad’a karşı baskı. Ekonomik ve ideolojik unsurlar.
- Sizce ABD bu belgeleri Türkiye’ye karşı bir tehdit olarak kullandı mı? İncirlik’in açılmasının sebebi bu mu?
Chulov - Anladığım kadarıyla ABD, Türkiye’ye konuyla ilgili ne hissettiğini belirtti ancak belgelerin içinde tam olarak hangi bilgilere ulaştığını açık ettiğinden emin değilim. (…) ABD elindeki belgeleri açıklamayacaktır. CIA’in elindeki bu belgeleri ABD zamanı gelince perde arkasında bir koz olarak kullanacak.”
Düşündürücü değil mi?
Bu hatırlatma ardından Hürriyet Washington temsilcisi Tolga Tanış’ın Pazar günkü "Türkiye IŞİD’i neden vurmuyor" başlıklı yazısını okumanızı öneririm. Tolga son cümlede “Türk hükümeti IŞİD’i neden vurmadığını Türk kamuoyuna, dünyaya açıklamak zorunda,” diyor.
Henüz açıklama gelmedi. Üstelik 15 Ekim’de, Ankara saldırısından 5 gün sonra, Amerikalılar Türkiye’nin “ilk defa başarılı bir şekilde” hareket halindeki bir IŞİD aracını vurduğunu duyurduğunda da, bu başarıyı sahiplenen çıkmadı.
Son olarak Ebu Seyyaf’ın karısının akibetine de değinelim. Bu kadının, IŞİD lideri Ebu Bekir Bağdadi’nin çocuklarından biri olduğu söyleniyor, örgütün esir kadın ticaretini yürütmenin yanısıra önemli istihbarat bilgilerine sahip olduğu söylenen Ümmü Seyyaf ya da Nesrin Esad İbrahim, ABD tarafından Irak’ta tutuluyordu. Pentagon Ağustos ayında Ümmü Seyyaf’ı “istihbarat kanunlarına ve diplomasiye uygun” olarak Kürdistan Bölgesi İçişleri Bakanlığı’na teslim ettiğini duyurdu. Erbil’de güvenlik birimlerince sorgulanan Ümmü Seyyaf 8 Ekim’de yargılanmak üzere bölgedeki adalet makamlarına sevkedildi. ABD’nin bu kişiyi neden Irak'taki merkezi yönetime değil de Barzani’nin liderliğindeki özerk yönetime teslim ettiği ise şimdilik muamma.