Radikal, 22.03.2016
İktidarın yüzsüz-terbiyesiz propaganda aygıtı, âdetâ bu izlenimi pekiştirmek için çabalıyor. Aygıtın elemanları, insan sağlığına zararlı seviyeye ulaşmış dalkavukluğu her gün bir derece daha artırma zorlaması sonucu şuurlarını hepten yitirmiş, ettikleri lafın nereye varacağını, yarın başlara ne dertler açacağını fark etmiyor olabilirler. Belki de Ankara’nın esas donatıp silahlandırdığı, neredeyse yönettiği, belki içlerine elemanlar sokup sahada da yönlendirdiği örgütlerin başkaları olduğunu bildiklerinden, İD’e sahip çıkar konuma düşmekte önemli sakınca görmüyorlar. Silahları Sultan Murad Tugayı’na filan yolladığımızı kolayca kanıtlar, İD ile işbirliği davasından yırtarız, diye mi düşünüyorlar? Olabilir. Bunların neyi niye yaptığını bilemiyoruz. Yüz binlerce insanın doldurduğu koca Diyarbakır Newroz alanının fotoğraflarının yeryüzünü dolaşmasına dakikalar kala, alanın henüz boşkenki fotoğrafını yaymaktan insan nasıl medet umabilir, anlayamadığımız gibi. Facebook’u ve bütün okurlarını kandırmaya kalkışıp, foyası ortaya çıktığında “beni sansürlediler” diye ağlaşan Yeni Şafak’çıların nasıl zerre kadar utanmadığını anlayamadığımız gibi.
İD ile samimi pozlarda yakalanmaktan propaganda aygıtındaki vazifelilerin korkmayışını şuursuzluk ve ar damarı çatlamışlıkla izah ettik diyelim; Türkiye Cumhuriyeti’nin en üst düzeydeki yetkililerinin tutumları hakkında neyi nasıl düşüneceğiz?
Haftasonu İstanbul’da olan, sadece Beyoğlu’ndaki “ufak” katliamdan ibaret değil. Fener-Galatasaray derbisini erteletebilecek kadar somut “istihbarat” var, muhtemel yeni saldırılara ilişkin. İntihar bombacısının, Paris’te denenen, ama tam gerçekleştirilemeyen şekilde, maç sonrası dağılan seyircinin arasına karışacağına dair istihbarat alınmış, polise göre. Yani aslında yüzlerce kişiyi öldürmeyi planlamışlar. Yani bir katliam, bir de (eğer sadece bir ise, bilmiyoruz) katliam girişimi var.
Basitçe sorayım: Bu korkunç işlerin arkasında 100 kilometre mesafeden de olsa PKK ile, hele PYD ile ilişkilendirilebilecek birileri bulunsa cumhurbaşkanı neler yapardı, başbakan neler derdi, o pespaye propaganda aygıtı hangi salya ve köpükleri nasıl saçardı?
Oysa şimdi ne oldu?
Başbakan, olaydan yedi saat kadar sonra lütfen ilk açıklamasını yaptı. Ahmet Davutoğlu’nun sesinde, “vurarız, kırarız, Ortadoğu’nun sahibiyiz!” babalanmalarından eser yoktu. Saldırıyı yapan “terör odakları”ydı, “terör” diye bir şey vardı, bu fena işleri o yapıyordu. “Terörün gerçek yüzü” görülmeye başlanmıştı. Türkiye hep “teröre karşı”ydı. “Terörün dini, dili, ırkı” yoktu. “Kimden gelirse gelsin” lanetlenmeliydi. “Her türlü terör odağıyla” mücadele ediyordu hükümet, “hiçbir terör odağı” amacına ulaşamayacaktı, “terör tümüyle sona erinceye kadar” bu mücadele sürecekti. Soruşturma “çok yönlü” olarak “büyük dikkatle” sürdürülüyordu.
Sormamız gereken basit soru şu: TC başbakanı, insanları öldüren, yüzlercesinin daha canına ve bütün bir şehrin hayatına kast edenlerin, yani IŞİD, DAİŞ, DAEŞ, -“İslâm Devleti” dememek için artık hangisini tercih ederseniz-, o katillerin adını neden anmıyor?
Kurup başına geçmek istediği, zaman-mekân ötesi “İslâm Medeniyeti”ne halel mi geliyor, Selefî cihatçıların katilliğinden sözedince? Bu kadar mı yakınsınız?
Yarın, inşallah bu cinnet zamanlarından haysiyetin, ahlâkın, hukukun bir nebze olsun hayatiyet kazandığı zamanlara geçersek, Davutoğlu’nun bu açıklaması, AKP iktidarının İD’e sempatisinin bariz ispatı olarak okunacaktır.
Gelelim, başka durumlarda dünyanın bütün mangallarını bir üfleyişte külsüz bırakıveren cumhurbaşkanının tutumuna. Tayyip Erdoğan, ilk sözünü olaydan otuz (30) saat sonra etti. Haliç Kongre Merkezi’nde katıldığı alâkasız bir kongrede konuşurken. Yani geçerken değindi.
Erdoğan, “canlı bomba eylemini” lanetledi, “halka açık mekânlarda gerçekleştirilen bu saldırıların” amaçlarından sözetti. Sonra Türk Millî Eğitimi esaslarına uygun bir akıl yürütme ile şunları söyledi: Böyle yöntemlerle amacına ulaşmış tek terör örgütü yoktur. Öyleyse “terör örgütleri” niye ülkemizi bu şekilde hedef alıyorlar? Demek ki arkalarında başka güçler var.
Akıl yürütme kısmını değerlendirmeyi size bırakıyorum. Erdoğan’ın sözleri, “milletimize yaşatılan acı”, “kirli hesaplar”, “ismi farklı ama yöntemi, amacı, hedefi aynı olan taşeron terör örgütleri”, “Türkiye’yi köşeye sıkıştırma” planları vs. ile devam etti.
Cumhurbaşkanı, İD’in İstanbul’da insanları katletmesi ve çok daha büyük katliama kalkışması üzerine, önce “PKK ve DAİŞ gibi” diyerek, doğrudan İD’i lanetlemekten kaçındı, önce PKK’nin adını andı, onu başa koydu, sonra iki örgütü, adını vermediği başkalarıyla aynı sepete yerleştirip faili bir defa daha belirsizleştirdi.
Bu konuşma da, Ankara’nın İD’e sempatisinin, onu kamuoyu gözünde, en azından ilk andaki tepkilerden kollama-koruma gayretinin ifadesi olarak okunacaktır, okunmuştur.
İD henüz Ankara’ya lazım. Bu yüzden, kaçınılmaz kavga gelip çatmış olsa bile ona şefkatle yaklaşılıyor. (Ayrıca, muktedir Türk İslâmcılığında İD’e vurulacak darbenin genel olarak İslâmcılığı zayıflatacağına dair bir endişe ve kabulün varolduğu anlaşılıyor.)
Erdoğan konuşmasının sonunda, “terör örgütleri ve arkalarındaki güçler”e karşı “Türkiye”nin “gerekirse ülke olarak tek başına” mücadele yürüteceğini söyledi. Konuşmasının en doğru kısmı bu. Elhak, Türkiye, pek çok bakımdan “ülke olarak tek başına” kalmak üzere.
Ve İD’in, başka her şeyi mumla aratacak korkunç eylemlerine maruz kalmak üzere. İD neden Türkiye’ye doğrudan saldırsın? Çünkü Türkiye, bölgesel hegemonya hesapları icabı İD’e saldırmak durumunda, hattâ saldırıyor.
Sırf son bir hafta-on gün içinde, Türkiye’nin ilişkili olduğu silahlı gruplar, iddiaya göre Türk ordusunun desteğiyle, bazı köyleri İD’in elinden aldılar. (Gerçi bir-ikisini İD geri aldı, ama konumuz açısından bunun önemi yok.) Çatışmalarda Türkiye içinden topçu desteği sağlandığı ileri sürüldü. İD’in Kilis’e attığı füzeler de buna misilleme olarak yorumlandı. Kilis’in üzerine, çatışma durmadı, sürdü.
Türkiye’nin Irak ve Suriye’deki gelişmeleri kendi çıkarına göre şekillendirme planları için elindeki araç İD değil. İD, özellikle Kürtlere karşı işbirliği yapılan, ama son tahlilde bağımsız bir uluslararası cihatçı örgüt. El-Kaide’nin rakibi. Türkiye’nin “adamları” başkaları. Ve bunları etkin kılmak için sadece Kürtlere saldırmak veya birilerini saldırtmak yetmiyor, İD’in elindeki birtakım toprakları almak falan da gerekiyor.
Lâkin Ankara İD’i seviyor. Çünkü AKP’siyle, MİT’iyle, Genelkurmay’ıyla TC, “Kürt anasını görmesin de ne olursa olsun” havasında.
Düşünün, İD, ilk defa doğrudan İsraillileri hedef alan bir eylem yaptı. İstanbul’daki katliamı çok önemli ve henüz biricik kılan bir etken bu. Bu bile mevzu edilmedi. İnsanları Selefî cihatçılar öldürdü, ama olsun, “PYD DAEŞ’ten tehlikeli” çizgisini sürdürelim, buradan da Kürtlere küfür-kıyamet-nefret vesilesi yaratalım!
Her şeyden önce ahlâksızlık, diyeceğim, ama bu laf da artık komik ve zavallıca kaçıyor…
(NOT: Nefesimi tuta tuta, Diyarbakır Newroz’u tatsızlık olmadan bitsin diye bekledim, yazıyı yollamadan. Diyarbakır korkmadı, barış istediğini haykırdı. Helâl olsun!)