21 Şubat 2014 Cuma

Cemaat hakkında, 3,5 yıl önce

Sandıkları karıştırıp birşeyler buldum, bunları bugün tekrar okuyunca kendimi pek garip hissettim. Böyle durumlarda yazan insanın tek çaresi illeti okurlarına da bulaştırmaktır. Ama inanın amacım kişisel selamet ya da "ben demiştim"cilik yapmak değil. Bugünün riyakârlıklarının daha berrak gözükmesi için altlarına sözlerden mâmûl parlak bir madenî tepsi sürmek. Cemaat'le başlayacağım, AKP ve başbakanın hallerine geleceğim. Bunların tâ bilmemne zaman yazıldığını düşünmek size de tuhaf duygular yaşatacak, eminim. Önce 9 Ekim 2010 Cumartesi günü Taraf gazetesinde yayımlanan bir yazımın büyük bölümünü sunuyorum (sonundaki notu da, konuyla ilgisiz olmasına rağmen korudum, çünkü onun da yine bugünün başka bir -uğursuz- konusuyla doğrudan bağı var):

“Cemaat” örgüt müdür, değil midir, nedir?

Hanefi Avcı’nın kitabı yüzünden içeri atılışı, mâlûm “cemaat” sorununu yeniden önümüze koydu.

(...) Hanefi Avcı’yı da, kitabının zamanlamasını da, tavrını da, tutuklanıp hapse atılışını da gayet şaibeli görüyorum, inandırıcı bulmuyorum. “Hrant Dink cinayeti her şeyiyle aydınlatıldı ya, daha ne istiyorsunuz?” diyen bir polise kim güvenebilir? Öte yandan, kendisinin “Devrimci Karargâh” soruşturmasıyla ilişkilendirilme şekli de pek magazinel ve inandırıcılıktan yoksun. Hepsi bir yana, tutuklanması için nasıl bir sebep var acaba; kaçacak mıydı? Bunları bir kenara koyalım.

Her türlü cemaatleşmenin devlet tarafından onyıllar boyu denetlendiği, yasaklandığı, bastırıldığı, kullanıldığı, velhâsıl rezil edildiği bir toplumda herhangi bir cemaat hakkında konuşurken elbette dikkatli olmak gerek. Ancak eğer bugün cemaat der demez herkesin aklına ilk gelen topluluktan, Fethullah Gülen cemaatinden bahsediyorsak maalesef bu kadar dikkatli olamayacağız. Zira ortada sabır taşıran bir durum var.

Fethullah Gülen, Türkiye siyasî hayatında yeni boy göstermiş bir figür değil. Komünizmle Mücadele dernekleri âleminden yetişmiş sıkı bir anti-komünist, milliyetçi din adamı olarak uzun yıllardır ortada. Son zamanda da, kendisine ne tür ilişkiler içinde, nasıl bağlı olduğunu kimsenin bilmediği bir “cemaat”in devletin şurasında burasında mevkiler ve mevziler kazandığına dair iddiaların ardı arkası kesilmiyor. Fakat bu iddialarla ilgili hiçbir ciddî araştırma-soruşturma yok. Haydi bu yok, cemaat veya Fethullah Gülen de bizleri insan yerine koyup şüpheleri dağıtma yönünde çaba göstermiyor.

“Cemaat” hakkında konuşulurken genellikle şu yanılgıya düşüyoruz: İnsanlar görevlerini doğru dürüst yapsınlar, hangi cemaate mensup olurlarsa olsunlar, bize ne, diyoruz. Genel olarak elbette böyle. Ama herhangi bir cemaatin mensupları, iddia edildiği gibi, polis içinde, devlet kademelerinde tuttukları yerleri, birbirlerini kayırmak, düşman gördüklerini tasfiye etmek için falan kullanıyorlarsa, burada cemaatlerin özgürlüğünden sözedilemez ki artık.

Eğer sözkonusu cemaatin, kişisel yaşantıları düzenleme, ibadet, sosyal yardımlaşma vs. dışına taşan, hele örgütlü faaliyeti varsa, hepimize karşı sorumludurlar. Niyetlerini, amaçlarını, faaliyet tarzlarını açıklamak zorundadırlar. Aralarındaki ilişkinin niteliğini de. Bunları yapmadıklarında, illegal siyasî parti gibi bir şey olurlar. Ona göre muamele görmeleri gerekir.

Hiçbir zaman, “her şeyi Fethullahçılar yapıyor, devleti de ele geçirdiler, şunu yaptılar, bunu yaptılar” diye düşünmedim. Ama “Fethullahçılar” diye bir insan topluluğunun varolduğuna, aralarında tanımlı birtakım ilişkilerin olduğuna, en önemlisi, Fethullah Gülen’in, talimatı mı diyelim, tavsiyesi mi, yönlendirmesi mi, artık neyse, bunlara göre davrandıklarına inanmamız için sanırım yeterince sebep var.

Burada, yukarıda kısaca değindiklerimin dışında başka meseleler de var elbette. En tepedeki bu tek kişi o makama nasıl gelmiştir? İslâm dini, “takvası kuvvetli birine biat edin, o ne derse yapın” diyor mu? Böyle değilse, Pennsylvania’da birtakım şuralar, meclisler mi toplanıyor, bilmediğimiz? Haydi haddimi aşmayayım, bu kısmına ben karışmayayım, ama ilmi kuvvetli birileri çıksın, bu tür bir ilişkinin en azından “kabul edilebilir” olduğunu anlatsın, anlayalım.

Fethullah Gülen cemaati konu edilirken bir vahim hata da memleketin mâlûm laikçi taşkafaları yüzünden devamlı tekrarlanıyor. Cemaatin dinî kimliği öne çıkarılıyor, Türkiye’ye şeriat düzeni getirmek için çalışan mollalar örgütü gibi sunuluyorlar. Halbuki Fethullah Gülen’in ayırt edici yanı milliyetçilik. Gülen bu milliyetçilik üzerinden, iktidarda kim olursa olsun, TC devletinin değiştirilmesi teklif dahi edilemez çizgileriyle -ve hemen her dönemdeki görevlileriyle- uyum içinde varolabildi, varoluyor. Onu AKP hükümetinin ya arkasındaki güç ya da türevi gibi sunuyorlar. Oysa Gülen’in esas ilişkisi hükümetlerle midir devletle midir, sanki daha ilginç konu.

Bana kalırsa, Fethullah Gülen’i her şeye rağmen devlet açısından sorun haline getiren etken, bizim için de böyle bir cemaat örgütlenmesinin yaratabileceği tehlikeyi azaltıyor. İkilem gibi görünecek ama bu etken, cemaatin yaygınlığıdır. Bu kadar genişlediğinizde, hele başkalarınca kolay kolay denetlenemez olursunuz, öbür yandan da radikalliğiniz, homojenliğiniz mecburen azalır. Bir bakmışsınız ki, MHP’lileri mumla aratacak insanlarla demokratlar birarada bulunabiliyor.

Tabiî bununla mesele bitmiyor. Bu çeşitlilik, sizin topluca etkinlik mücadelesi yürütmenizi engellemeyebilir. “Hoşgörü” gibi kavramlar etrafında toparlayabilirsiniz faaliyetinizi. Esas olan, hiyerarşik ilişki içindeki bir insan grubunun toplumdaki etkinliğiyse.

Bu kadarcık yerde halledilemeyecek bir mevzu. Şöyle bitireyim: Eğer özellikle devlet görevlileri arasında, meslekî hiyerarşi dışında başka bir hiyerarşiye dayalı ilişkiler -Ergenekon gibi- varsa, bu örgütlü suçtur. Yok eğer Gülen cemaatinin bu taraklarda hiç bezi yoksa, bunca şeyden sonra artık toplumu aralarında hiyerarşik ilişki olmadığına, devlet içinde etkinlik mücadelesi yürütmediklerine ikna etmek boyunlarının borcudur. Denemezlerse veya edemezlerse haliyle aksini düşüneceğiz.


[ 2010 Ekim'inde bu yazının sonunda şöyle bir not yeralmış - güler misin ağlar mısın... ]

Garip ama gerçek: “Yasak kalktı” haberi
Geçen hafta size profesyonel ağırlıklı video paylaşım sitesi vimeo’ya erişimin yasaklandığını ve bundan gördüğüm zararı yazmıştım. Yasak sonradan kalktı. Üstelik birkaç gün içinde. Bunu eşeği kaybedip yeniden bulduğuna sevinmek mi saymalıyız, gelecek için tehdit olarak bir kenara mı kaydetmeliyiz, iyiye mi yormalıyız, bilemedim. Her halükârda, madem “yasakladılar” diye yazdık, “yasağı kaldırdılar” diye de not düşmek zorundayız.