Hükümet yanlılarından her gün yeni şeyler öğreniyoruz. Son olarak, "Paralel yapıyı şimdi mi fark ettiniz?" diye de soramayacağımızı öğrendim meselâ. YeniŞafak'ta (4 Şubat) Özlem Albayrak, hükümetin ya saflığından, temizliğinden ya bir vakit beraber çile çekilen insanlara tavır almak istemediğinden ya da niyet okuyarak birilerini mahkûm etmeme ahlâklılığından ötürü Cemaat'in bugüne kadar yırttığını anlatıyordu ("Paralel Yoldan Paralel Çeteye"). Söylediğine kendi inanıyor mu, ayırt edemedim. Bir de siz bakın:
"...17 Aralık'tan bu güne dek yazılmış pek çok yazıda atıf yapılan 'saflık' olmayabilir bu hoşgörünün sebebi. Zaten demokrasiye yönelik bir kalkışma olmadan cemaatçi kadroları tasfiye etmeye kalkışmak; hem dindarların yıllarca eleştirdiği Kemalistlerle, niyet okuma ve iş tutma yöntemi olarak eşitlenmek anlamına geleceği gibi, yapılanları meşruiyet sınırları içerisinde kamuoyuna açıklamak da imkansızdı. 'Bir tehlike hissettik, o yüzden yaptık' Kemalistlerin jargonu değil mi.."Yani, uluslararası birtakım güç merkezlerinden emir alan, vatana ihanet içerisindeki bir "paralel yapı"yı -iddia bu değil mi?- tasfiye etmek için, "demokrasiye yönelik kalkışma" gerekiyormuş. Türkçesi: bize dokunmamışlardı ki! Yahu "hissetmesi" mi var? Ahmet Şık-Nedim Şener rezaleti yetmediyse Hanefi Avcı verelim, o da kesmezse plastik kelepçe gösterisi var, haydi bunlar sizin için "istemem yan cebime koy" sınıfındandı, Hakan Fidan olayı yok mu? Ayrıca, hakikaten, "dışarıya çalışan" böyle bir devlet içi gizli örgüte karşı harekete geçmek için illâ eyleme geçmesi mi beklenir?
Zıvana sınırlarının ihlali sadece hükümet cephesine özgü değil. Mümtazer Türköne'nin Zaman'daki (4 Şubat) yazısı sözkonusu olunca, "söylediğine kendi inanıyor mu?" sorusuna cevap aramak, biraz daha kolay. Uzun bir alıntı vereyim (zaten üstüne pek de fazla söz etmem gerekmeyecek):
Bakar mısınız! Ne şirin!.. Hükümete meydan okuma gücünü yargı ve polis gibi iki temel devlet kurumundaki örgütlenmesinden alan hiyerarşik bir yapı, "devletin devasa iktidar araçlarını ele geçirmiş olan Siyasal İslâm"a karşı "sivil alan"ı temsil ediyormuş meğer. E vaktiyle bilseydik keşke. Kafasına uymayanı, hakkında kitap yazanı içeri attırabilen bir sivil toplum örgütü! Helâl olsun ya da afiyet olsun, ne diyeceğimi bilemedim."...Türkiye’de İslam’ı referans alan iki gelenek birbirine paralel, ama farklı kulvarlarda ilerledi. Millî Görüş’te tecessüm eden, mevcut hukuk kuralları ve demokratik rekabet araçları ile devlet iktidarını ele geçirmek, 12 yıldır süren AK Parti iktidarının başardığı Siyasal İslâm stratejisi idi. Demokrasiyle birlikte ortaya çıkan bu nevzuhur ana akımın paralelinde, devletin dışında ve uzağında kalarak kendini koruyan köklü bir sivil İslâm geleneği bulunuyordu. Bu tarihî gelenek sanayi toplumuna özgü kitle eğitimi gibi modern araçları kullanarak çağa ayak uydurdu ve yeni toplumsal ihtiyaçlara tatmin edici cevaplar verdi. Risale-i Nur ve peşinden Gülen Hareketi geleneksel tarikat ve cemaat geleneğinin üzerine kapitalist toplumun sivil araçlarını ekleyerek yaygınlık ve derinlik kazandı. Birbirine paralel iki ayrı kanalda ilerleyen bu iki farklı ana akım birinin diğerini asimile etmeye kalkması üzerine çatışmaya başladı. Kim? Tabii ki, devletin devasa iktidar araçlarını ele geçirmiş olan Siyasal İslâm; yani AK Parti iktidarı. AK Parti-Cemaat kavgası, boydan boya Siyasal İslâm-Sivil İslam çatışmasından ibaret. Hatırlayalım, çatışma yüce devlet katından gelen ve sivil alanı yok etmeyi amaçlayan dershane tartışmasıyla başlamadı mı?.." ("Siyasal İslâm’dan geriye ne kalacak?")
Türköne'nin kendi bulunduğu taraftaki "akım"ı tarif ederken kullandığı sıfatları ardarda dizeyim de, sözümü eğlenceli bir şekilde bitireyim: "devletin dışında ve uzağında kalarak kendini koruyan köklü bir sivil İslâm geleneği", "tarihî gelenek" "kitle eğitimi gibi modern araçlar", "çağa ayak uydurdu", "yeni toplumsal ihtiyaçlara tatmin edici cevaplar verdi", "yaygınlık ve derinlik kazandı"... Doğru, polis, savcı falan "devasa iktidar araçları"ndan sayılmıyor.