Okur-yazar olmaksızın yazar-çizer olabilmiş güruha göre, "Dünya", "Batı", "Avrupa", "dış mihraklar", 'uluslararası odaklar", "yurtdışı" gibi kavramlar gayet somut, ne kastettikleri belirli, her şeyi açıklamaya elverişli araçlardır. Özellikle "Türkiye'ye karşı" komplolar, entrikalar, özne konumuna bu kavramlardan biri oturtuldu mu, derhal piyasaya sürülebilir hale gelir. Bunlar bazen "faiz lobisi" cinsinden çeşitlemelere tâbi tutulursa da, işin özü kabaca "dış güçler" gibi bir şeydir işte.
Son kapışmada bu sağlam müessesemiz bile hafifçe sarsıldı. Zira yüzlerce savcı ile binlerce polisin birtakım uluslararası mihrakların hizmetinde olduğu ciddi ciddi iddia edilirken, aynı zamanda, "dünya"nın, "dış basın"ın da "cemaatin gerçek yüzünü anladığı" yollu haberler üretildi. "Türkiye'ye karşı" komployu yapan "dış mihraklar" ile Cemaat'in "paralel yapı"lığını teşhis ve tesbit eden "dünya" kimlerdir, biz basit fanilerin anlaması elbette beklenemez.
Sorun bununla sınırlı değil. Akıl-mantık sınırlarının çook ötesinde sürdürülen propaganda savaşlarına bu sınırların içerisinden bakınca katmerli saçmalıklarla karşılaşıyoruz. Aynı gün (6 Şubat) aynı gazetede (YeniŞafak) çıkmış üç yazıdan birkaç cümleyi ardarda dizelim.
Önce Fuat Atik ("17 Aralık darbesinin başbakanı icraatın içinde!"): "Uluslararası bir lobi şirketine dönüştüğü 17 Aralık'la ayan beyan ortaya çıkan Gülen hareketi için Türkiye'nin çıkarları değil, Erdoğan sonrası küresel sistemin Türkiye üzerindeki hesaplarının önemli olduğu netleşmiştir. O küresel sistemin kalbinde ise Amerikan derin devleti ile ona paralel İsrail vardır."
Sonra Abdülkadir Selvi ("Pensilvanya Partisi"): "...size nimet verenlere ihanet ettiniz. En büyük ihaneti de size tarihi imkânlar sunan Tayyip Bey'e yaptınız."
Buraya kadarını özetleyelim: Amerikan derin devleti ile İsrail'in kalbinde yeraldığı küresel sisteme hizmet eden Gülen hareketine Tayyip Bey tarihî imkânlar sunmuştur. Bu durumda en azından yardım ve yataklıktan suçlu sayılması gerekmez mi? Bilemiyorum. Halim selim görünüşünün ardında herkesin lafını ağzına tıkan militan bir eylemci barındıran ve hükümete yönelik en ufak eleştiri karşısında gözyaşlarına boğulmamayı son anda başararak bu eylemciyi ortalığa salan ("Dört Bir Taraf" programı, CNN Türk, 6 Şubat) Abdülkadir Bey'e sormak lazım.
Zaten hemen hükme varmayalım. Bir de Cem Küçük'e ("Operasyon Valkyrie ve bumerang etkisi!") kulak verelim: "...yurtdışı her zaman meşru olanın, seçilmişin yanında yer alır. Bürokrasi içinde yer etmiş, vesayetçi bir anlayışla iş yapamayacağı için hükümetlerin dediğine kulak verir."
Demek Amerikan derin devleti ile İsrail'in kalbinde yeraldığı, dolayısıyla herhalde en azından Almanya, İngiltere, Fransa ve Japonya'yı falan kapsayan küresel sistem bu "yurtdışı"na dahil değil. Bu durumda BBC, CNN International, The Guardian, Der Spiegel falan da dahil değildir. Bunların hepsi Gezi isyanı sırasında Türkiye'ye komplo kurmamış mıydı hesapta? Şimdi meşru olanın, seçilmişin yanında yeralan "yurtdışı" kim peki? Eğer "Gülen'in gerçek yüzünü anladılar" filan diye alıntılar yapılan "dış basın"sa, onlar zaten bu saydıklarım. Kim bu "yurtdışı"?
Kartvizitinde "gazeteci" yazan ve bu mesleği yaptıkları iddiasıyla toplumda makam edinen, insanların algı-bilgi mekanizmalarıyla oynama fırsatı yakalayan hem de geçinen bu kimseleri uyarmak için artık çok geç sanırım. Belki günah çıkarabilirlerdi; bu mekanizma bizde de olsaydı. Olamaz mı acaba? İktidar için gereken her şey dinen mübah veya en azından mazur gösterilebiliyor, küçücük günah çıkarma hücrelerine de yer açılamaz mı? Lazım olacağı yüzde yüz, bakın yazıyorum buraya. Hem ithalatı, ihalesi şusu busu yapılır...