Şöyle yazdı Koru:
Tayyip Erdoğan gibi birinin, oğlunu ve kızını da işin içine karıştırarak, kişisel zenginleşmek için, hangi ad altında olursa olsun Beytülmâl’e el uzatacağına, hırsızlık malını evinde, başka yerlerde, içerideki veya dışarıdaki bankalarda istif edeceğine inanmıyorum. (...) Tayyip Erdoğan gibi birinin kendisine ait olmayan bir paraya tamah edeceğine asla inanmam. Diyelim, baskı altında tutulduğu, zorlandığı için veya herhangi bir başka sebeple böyle bir yola başvurması gerekse bile, kendi oğlu ile kızını yanlışlığına bulaştırmayacağını bilirim...Bir insanın "kendine ait olmayan paraya tamah etmesi" için nasıl bir "baskı altında tutulmuş" olabileceğini şahsen hayal edemiyorum. Bunu Fehmi Koru'nun aydınlatması gerekiyor. "Tayyip Erdoğan gibi biri harama el uzatmaz; diyelim Şeytan’a uydu, onun gibi biri, günahına çoluğunu çocuğunu ortak etmez," cümlesindeki "diyelim Şeytan'a uydu"yu da açıklaması gerektiği gibi. Ancak anlaşılan kendisinin herhangi bir aydınlanma-aydınlatma ihtiyacı yok.
Çünkü şöyle diyor Fehmi Koru:
Kayıt altına alınmış seslerini onların seslerine benzettiğim halde inanmıyorum... Yarın, o seslerin ‘montaj’ olmadığına dair bir rapor da çıksa yine inanmakta zorlanırım...Niye hakikatin iki yüzü dedim, ilerlemeden onu da açıklayayım. Fehmi Koru'yu dinliyoruz:
(...) binlerce kişinin telefonlarına kulak vererek insanların özel hayatlarını şantaj ve gözdağı amacıyla didik didik ettikleri anlaşılan insanların bir dini cemaatin müntesipleri olduğuna da inanmıyorum. Kendilerine talimat verdiği söylenen din âlimi baştan beri “Bu işin içinde biz yokuz; yapanları bulun ve cezalandırın” deyip durmuyor mu? Muhatabına ulaştırmam için bana teslim ettiği mektupta da buna dair satırlar yok muydu? Din âliminin yalan söyleyeceğine, dince yasaklanmış bir eyleme izin vereceğine asla inanmam ben...Koru, "paralel yapı"ya atfedilen marifetlerin "gerçek" olduğundan şüphe duymuyor:
En mahrem vakitlerin geçirildiği mekânlara kameralar yerleştirilmiş... Devletin tepe noktalarında yer alan insanların konuşmaları 7/24 dinlenmiş... Görüntüler ve ses kayıtları herkes görsün dinlesin diye internete konulmuş... Gerçek bunlar...Ama başbakandan farklı olarak, bu işin arkasında Fethullah Gülen'in bulunduğuna inanmıyor:
(...) bu işi yapanların bir dini cemaatle irtibatlı, bir din âliminden emir ve talimat alan insanlar olduğu doğru değil... Doğru olamaz...Koru, Fethullah Gülen'in "başkalarının özeline burnunuzu sokmayınız" yollu Kur'an emrine karşı gelmeyeceğini, "bunu yapmaya kalksa yanında tek kişinin kalmayacağını" ileri sürüyor.
Ve "inancının" dayanağını açıklıyor:
İnanan insan da sonuçta insandır ve günah işleyebilir; ancak işlenecek günahın da bir sınırı var...Allah için, hepimiz böyle düşünüyorduk kısa süre öncesine kadar. Fehmi Koru, yazısını şöyle bitiriyor: "Saf mıyım? Safım. Bağnaz mıyım? Evet, bu konuda bağnazım."
Bundan ne anlamalıyız? Fehmi Koru'nun şu cümlesi bize yol gösterebilir mi: "Komplocuların hesaba katmadığı da benim gibilerin işte bu tavrı."
Evet. Ne "komplocular" ne de başkası, böyle bir tavrı "hesaba katarak" iş görebilir. Çünkü anlayabildiğimiz kadarıyla bu, "istediklerini kanıtlasınlar, yine de inanmam" diye özetlenebilecek bir tavır.
Kendime sorular sorarak ilerliyorum: Başbakan ile oğlunun ses kayıtlarının sahteliğini ispat için ilk anda kalkışılan işler çok dandikti ve tam tersine, kayıtların sahiciliği yönündeki izlenimleri güçlendirdi. "ABD'de incelettik" numaraları daha da berbattı ve rezalete yolaçtı. Kayıtlar sahteyse, bu incelikli-derinlikli laboratuvar analiziyle -FBI'dan yardım alınarak veya büyük ihtimalle TÜBİTAK'ın imkânlarıyla- ortaya konabilir fakat bu nedense yapılmıyor. "Kayıt montaj" iddiası çok çocukça, çünkü montaj olması için bu lafların biryerlerden alınmış olması lazım. Başbakan veya oğlu bu sözlerin çeşitli parçalarını hangi vesilelerle etmiş olabilirler? Kayıtların sahiciliğine-sahteliğine ilişkin tartışma, hükümet açısından istenmeyen duygu ve düşünceleri güçlendirmeye yarıyor. Fehmi Koru, hükümet cephesini, kaçınılması zor olan bu tartışmanın olumsuz sonuçlarından kurtarmak için mi "kanıtlansa da inanmam" çizgisini öneriyor?
Aynı zamanda, hem hükümet cephesine hem Cemaat cephesine benimsenebilecek ortak bir tavır mı sunuyor: "Erdoğan paraya tamah etmez, Fethullah Hoca Kur'an emrine aykırı hareket etmez!" Koru, "iki taraf birden bunları savunursak kimse itibar kaybetmeden kavga sönebilir" mi demek istiyor? Bunun için çok geç değil mi?
Koru'nun şu saatten sonra böyle bir yaklaşımı önerebilmesi ilginç hakikaten. Fakat, "tamah"tan bahsederken, "diyelim, baskı altında tutulduğu, zorlandığı için veya herhangi bir başka sebeple böyle bir yola başvurması gerekse bile" sözlerini etmesi, "kayıt altına alınmış seslerini onların seslerine benzettiğini" söylemesi, "yarın, o seslerin ‘montaj’ olmadığına dair bir rapor"un çıkabileceğine ihtimal vermesi, "diyelim Şeytan'a uydu" ifadesi… bunlar sanki daha ilginç.
Sonuç: Bundan sonra, hükümet cephesi kayıtların sahiciliğini-sahteliğini tartışmaya fazla girmeyecek, "doğru olsa bile inanmıyorum"u daha çok duyacağız; öyle anlıyorum ben. Eğer insan "İstiklal Savaşı" sürdürüyorsa üçe beşe bakmaz, haliyle...