Konuya şöyle giriyor Yusuf Kaplan:
"...Dünyada her şeye rağmen varlığını sürdürme emareleri gösteren tek din İslâm'dır. İslâm'ın dışındaki bütün dinler, önce sömürgeci saldırı, ardından modern meydan okuma sonrasında Batılılar tarafından ya fiilen yok edildi ya da fosilleştirildi."Ardından, Taoizm ve Konfüçyüs'çülüğün Çin hızla kapitalistleştiği için "fosilleştiğini", Hinduizm ve Budizm'in de, Hindistan hızla kapitalistleştiği için "tükendiğini" ileri sürüyor. Herhalde Çin ve Hindistan'ın toplam 2,5 milyarlık nüfusu arasında sözkonusu dinlerin yaşanma tarzına dair son on-yirmi yılda yapılmış birçok araştırmaya dayanıyordur bu söyledikleri... Nedense, Kaplan'ın elinde bu tür herhangi bir araştırma olmadığını hissediyorum; size öyle geliyor mu?.. Kavrayışım biraz kıt olmalı. Zira Hindistan hızla kapitalistleşince niye bu ülkedeki iki büyük din tükeniyor da, üçüncüsüne, yani İslâm'a bir şey olmuyor, onu da anlayamadım ben.
Devam edeyim. Kaplan'a göre "Japonya'nın yaşadığı 'kültürel intihar'ı konuşmaya bile gerek yok", çünkü bu ülkede görülen kapitalist ekonomik mucize, "Zen'in, Şintoizm'in ve Japon Budizmi'nin mezarını kazmış". Şüphesiz Japonların dinleriyle ilişkilerine dair etraflı verilere dayanılarak söylenen sözler bunlar. Yani, herhalde öyledir...
Elbette değil. Yusuf Kaplan, muhtemelen, henüz genç denebilecek yaşta dünyanın ve Türkiye'nin bütün sorunlarını çözmüş üstün insan Turgay Güler ile beraber olduğu TV programlarının tesiriyle, herhangi bir veriye, araştırmaya ihtiyaç duymuyordur. Bu yüzden, "Latin Amerika ile Afrika'nın... hali yürekler acısı" deyince, ne demek istediğini soramıyoruz. Oralarda birtakım dinler tükenmiş, şu bu olmuş herhalde.
Kaplan, nihayet, bizim gibi sıradan insanların da görebileceği durumlardan sözediyor: "Şu an bütün küreyi istilâ eden postmodern neo-pagan saldırı, insanlığı çölleşmenin eşiğine fırlatıyor..." Tabiî toplumsal sorumluluklarından sıyrılmış vahşi kapitalizmin, tüketim toplumunun ne olduğunu, ne halt ettiğini bizler de bilebiliyoruz ama buradaki "neo-pagan"lığı görebilmemiz için Kaplan gibi bizi aydınlatacak insanlara ihtiyacımız var. Bunun dışında, Kaplan'ın şu dediğine katılmamak elde değil:
"Postmodern neo-liberal 'tüketim dini', insanı, arzularının, hızın, hazın ve ayartının hapishanesinde tüketiyor... Eski Roma'nın hedonist / hazcı, rölativist / göre'ci ve nihilist / hiçleştirici yok oluş biçimleri, şimdi postmodern formlar kazanarak insanlığı -bütün insanlığı ama!- hızın ve hazın, ayartının ve fetişlerinin kölesi hâline getirerek yeni bir barbarlık biçiminin hortlamasına yol açıyor..."Eyvallah, "Eski Roma"yı didiklemeyelim, günümüzü böyle tarif edebiliriz. Fakat şuraya nereden varıyoruz acaba:
"Büyük dinler, medeniyetler ve kültürler arasında sadece İslâm, hem medeniyet kurucu kaynaklarını ve dinamiklerini hem de her zaman dirilme ve yeniden tarihe girme imkânlarını ve anlam haritalarını her şeye rağmen iyi kötü koruyabiliyor."Evet, nereden çıkıyor bu? Taliban'cılar insanlığın ortak mirası heykelleri uçurabildiği, Pakistan'da 10 yaşında kız çocukları okul otobüsünde katledildiği, mezhep savaşlarında can veren insanlar sayılamaz hale geldiği veya Türkiye'deki İslâmcı yükseliş on-yirmi yılda henüz kayda değer tek bir sanat eseri üretemediği için mi böyle bir sonuca varabiliyoruz? Nerededir, azıcık kazıyınca bir tür kendini beğenmişlikten başka bir şeye dayanmadığı anlaşılan bu yargının dayanağı?
Sanırım Yusuf Kaplan'a bunu soramayız, çünkü o kendini bu üstünlük duygusuna kaptırmış tam gaz gidiyor ve "küresel sistem" diye adlandırdığı birilerinin, "bu yüzden", "varlığını" İslâm'ın "dinamiklerini yok etmeye borçlu" olduğunu anlatıyor. "Küresel sistem", Soğuk Savaş'tan sonra, İslâm'la üstü örtük, "sinik'çe bir savaş süreci" yürütüyormuş. Hem de "ayartıcı postmodern yöntemlerle"! Yani bu "yöntemler", kapitalizmin güncel aşamasının vücut bulması değil, sırf İslâm'ı etkisizleştirmek icat edilmiş şeyler!? Benmerkezcilik işte böyle bir şey...
Fakat ne yazık ki bu kadarla sınırlı değil. Benmerkezciliğin de tabakaları, aşamaları var. Ve Kaplan üst aşamalara geçmeye kararlı:
"O yüzden, Türkiye'nin yürüyüşü küresel sistemin lordlarını fenâ hâlde ürkütüyor. Türkiye'nin önce dışarıdan korunaklı bir ekonomik, teknolojik ve stratejik duvar örerek gerçekleştirdiği yarma harekâtı, önümüzdeki on yıllık süreçte -dışarıdan kontrol edilen- içerideki vesayetçi ekonomik, kültürel ve medyatik düzene/ğe karşı gerçekleştirilecek yarma harekâtıyla tamamlanacaktı. İşte tam bu ikinci yarma harekâtına geçilecekken, üç büyük ve tarihî seçim arefesinde, Türkiye, MİT krizinden itibaren darbe üstüne darbe yemeye başladı..."Toparlamak gerekir mi: Din adına sadece İslâm ayakta kalmış; fakat öbür dinleri mahveden küresel sistem onu da halletmek istiyor; Türkiye=AKP hükümeti, bizim tam anlayamadığımız bir harekât yapmış, tam ikincisini de yapıp İslâm'ı ve din olgusunu kurtaracakken saldırıya uğramış. Falan... işte... bunun gibi bir şey.
Ve biraz daha netameli bir yere geliyoruz:
"Küresel sistem tarafından Mısır'ın düşürüldüğü, İran'ın önünün şaşırtıcı bir şekilde açıldığı bir zaman diliminde, Türkiye'nin yürüyüşünün durdurulması, İslâm dünyasının bağımsızlık umutlarının suya düşmesi anlamına gelecektir."Yani İran'ın önünün açılması, "İslâm dünyasının bağımsızlık umutları" lehinde bir durum değil. Kemalistler haybeye bağırmış o kadar, "Türkiye İran olmayacak!" diye. Yoksa dinlerin evrensel âleminden mezheplerin daracık kavga alanına mı geldik? Kafayı buna taktığım için, Türkiye'nin "yürüyüşü"nün nereye doğru olduğunu haliyle düşünemiyorum.
Kaplan'ın yazısını bitirelim, oldu olacak:
"Türkiye'nin, bu kritik dönemeci aşması engellenirse, İslâm dünyası, tarihinin -belki de- en karanlık dönemini yaşamaya mahkûm olmaktan kurtulamaz! Sadece bununla da kalmaz: Bütün dinlerin kökünü kurutan seküler-kapitalizmin saldırısına karşı direncini yitiren İslâm'ın yiyeceği bu büyük tarihî darbeyle birlikte, İslâm, insanlığın son umudu olma imkânını da yitirir -Allah muhafaza!"Yazarımız bunun ardından Cemaat'e dönüyor ve, "Böyle bir yıkımın vebalini kim üstlenebilir?" diye soruyor. Yani Cemaat taş koymasa, "Türkiye" (= AKP hükümeti), insanlığı kurtaracak.
İşte belki de bundan ötürü, birtakım İslâmcı aydınlarla iletişim kurmak mümkün olamıyor. Böylesine çığırından çıkmış bir benmerkezcilik ve ancak herkesi kendine tâbi kılarsa kainatın dengesine kavuşacağı inancı taşıyan insanın, kendi bellediğinden başka bir hayatı anlaması şüphesiz çok zor. Bırakın ateistleri, dinsizleri, kendisininkinden çok daha eskilere dayanan dinlerin mensuplarını bile tükenmiş, fosilleşmiş, kaybolup gitmiş addeden bir kafayla karşı karşıyayız. "İnsanlığın son umudu" bu mudur sahiden? Eğer buysa, olmaz olsun.