13 Şubat 2014 Perşembe

Birkaç basit soru

12 Şubat itibarıyla, parlamenter demokrasi ve basın özgürlüğünün varolduğu iddia edilen bir ülkede, başbakan, TV kanalları ve gazeteleri arayarak kimi haberlere müdahale ettiğini bizzat kabul etti. "Evet, aradım, söyledim, gereğini yaptılar" dediği haberin bir muhalefet partisi liderinin sözlerine ilişkin oluşu, bu müdahaleyi rejim meselesi boyutlarına ulaştırıyor. Zira, eğer hükümet bir defa seçildikten sonra, siyasî rakiplerinin herkese açık medyada ne şekilde ve ne kadar yeralacağını belirleyebiliyorsa, bu rejime demokrasi denemeyeceği ortada. Rejimin çürümesi, başka bir çürümeyle elele gidiyor.

"Hakaret" yokken nasıl var diyor?


Vahametin boyutları büyük, renkleri çeşitli. Başbakan, bariz bir gerçeğin aksini gözümüzün içine baka baka söylüyor - üstelik bunu ilk defa da yapmıyor. Tayyip Erdoğan, "evet, Fas'tan aradım" açıklamasında şöyle dedi: "Altyazı ile alâkalı olarak bize yapılan hakaretlerle ilgili." Oysa telefon ederek kaldırttığı altyazı şöyleydi: "Köşkte Gezi Parkı görüşmeleri... MHP lideri Bahçeli: Cumhurbaşkanı görüşmeler yerine Türkiye'yi huzura kavuşturacak adımlar atsın."

Basit soru şu: Başbakan, burada hakaret mi değil mi tartışması yapılabilecek en ufak bir lafın dahi bulunmadığını görmüyor, bilmiyor mu? Şüphesiz biliyor. O halde yaptığına ne ad verilir? Sanırım bunun adını koyarsam beni mahkemeye verip mahkum ettirebilir, bu yüzden, "camide içki içtiler" konusunu hatırlatmakla yetiniyorum.

Fedailik tamam da muhabbette sıkıntı var


Karşı tarafa sıçrıyorum. Hüseyin Gülerce, Zaman'da, "Hizmet hareketi parti mi kuracak?" diye soruyor, kurmayacağını anlatıyor. Bu esnada şunları söylüyor:
"...Kendilerine paye olarak 'muhabbet fedailiği'ni seçmiş insanlara, acımasızca yaftalar yapıştırılması büyük haksızlıktır. O insanların düsturu şudur: Değil parti kurup politika sahnesinde rol almak, dünya sultanlığına dönüp bakmak, bize yakışmaz. Çünkü yanlış anlaşılırız, sevgi kahramanlarını tanıyarak ümide kapılan dünya kadar insanı hayal kırıklığına uğratırız... 'Demek ki, bunlar da makam-mansıp sevdasına tutulmuş; meğer bunca gayret iktidar içinmiş; şimdiye kadarki sevgi ve hoşgörü mesajları yalanmış' dedirtiriz."
Yani Gülerce bizim hâlâ bunu demediğimizi mi sanıyor? "Muhabbet fedailiği"nin şafak baskınları yapan polis timleriyle, özel yetkili savcılar, ayarlı yargıçlarla yürütülmeyeceğini Gülerce de bizim gibi bilmiyor mu? Neye inanmamızı istiyor?

Pardon da bu "biz" kimdir?


Bir oradan bir buradan olsun diye, her akşam olabildiğince çok kanalda birilerinin lafını ağzına tıkamaya çabalayan televizyon yıldızı Abdülkadir Selvi'ye geçiyorum. Selvi geçen akşam CNN Türk'te, Ahmet Hakan'ın "Tarafsız Bölge" programında kendisine "hükümet yanlısı gazeteci" denince küplere bindi, "lafınızı geri alın, ben gazeteciyim, gazeteciyim!" diye ortalığı birbirine kattı. Şu laflar kendisinin YeniŞafak'taki (12 Şubat) yazısından:
Başbakan, Cemaat tabanında Fethullah Gülen'den sonraki en etkili insan. Onlar beddua ettikçe, 'Uzun adam ölmedi' seansları düzenledikçe tabandaki samimi insanlar gerçekleri görüyor. Yeter ki biz onları kazanmayı bilelim.
Bunu yazan bir "gazeteci" midir? Kim adına, ne adına kimi kazanmaktan bahsediyor? Okuduğumuz bir siyasî örgüt yayın organıysa bu cümlede tuhaflık yoktur, güya günlük gazeteyse vardır. Peki Bay Selvi bunu bilmiyor mu? Elbette bilir. Ee?

Ona taş koymak desek..?


Haydi yine öbür kaldırıma. Zaman'da Ahmet Turan Alkan -evet, maalesef, o bile...- hükümete "Paralelciler"le "canciğer kuzu sarması olunan cicim yıllarını" ve hükümetin siyasî mücadelesine Cemaat'in yardım ve desteklerini hatırlatıyor. O arada şunu söylüyor: "Barış sürecinde yükünüzü hafifletmek için taşın altına onlar da el koydular."

Oy verdiler, referandumda çalıştılar, çetelerle mücadele, şu bu, hepsini anladık da, Cemaat'in polis ve savcıları barış sürecinde elini hangi taşın altına koymuş, bilen var mı? Alkan çapında bir insanın Cemaat ile barış süreci kavramları yanyana anıldığında derhal plastik kelepçeler takılıp sıraya sokulmuş insanları hatırlamaması mümkün mü? Cemaat yanlısı yazarların barış süreci aleyhinde sistemli olarak yürüttükleri faaliyetin Alkan farkında değil mi? Nasıl iş?

Burada dört örnek olay var. Hepsinin de bir ortak özelliği. Hem kayda geçsin hem de, insandan ümit kesilmez, bakarsınız birileri görür, utanır, falan...