Le Monde Diplomatique'in İngilizce edisyonunda "Yeni Soğuk Savaş" başlıklı bir yazı okudum (yazarı Serge Halimi, linki: "The new cold war"). Yazar, Batı'nın Ukrayna'yı kendine doğru çekmesinin Putin'in sabrını taşırdığını ve 1980'lerde Sovyetler Birliği'nin "yenilgisi" ve Doğu Bloku'nun çöküşüyle sona eren Soğuk Savaş'ın yeni koşullarda yeniden başladığını ileri sürüyor. ("Yenilgi", Ronald Reagan'ın o zamanki lafına atfen tırnak içinde; "Biz yendik, onlar yenildi" demiş artist başkan.)
Amacım bu konuyu tartışmak değil. Yazının sonuna doğru, Princeton ve New York üniversitelerinde Rusya üzerine çalışan tecrübeli uzman Stephen Frand Cohen'in görüşü aktarılıyor: "Bu yeni Soğuş Savaş daha tehlikeli olabilir." Cohen, meseleye ABD açısından yaklaşarak söylüyor bunu. Sebebini de şöyle açıklıyor: "Çünkü, öncekinde olduğu gibi, etkili bir Amerikan muhalefeti yok ortada - ne idarede, Kongre'de ne medyada, üniversitelerde, think-tank'lerde." Yazar Halimi, bunun arkasına şu sözleri ekleyerek bitiriyor yazısını: "Her türlü tuzağa düşmenin meşhur reçetesi..."
Kültür-medeniyet şu anın pek gözde kavramları - Davutoğlu olan bitene damgasını vurdukça daha da allanıp pullanacaklar. Bu kavramları hep böyle ibretlik örneklerle birlikte ele almak güzel olur. Kimi, sağlıklı ve etkin yönetim için ortalıkta tek çatlak ses çıkmamasını makbul, hattâ şart görür -ki, toplumumuzun ezici çoğunluğunun bundan en küçük şüphe duymadığını söyleyebiliriz. Kimi de, "eyvah, muhalefet yok, her an çuvallayabiliriz" diye düşünür.
Farklı sese ihtiyacın gerekçesi: İtiraz ve tartışma olmazsa her türlü tuzağa düşebiliriz! Evet, "eller aya biz yaya" geyikleri gibi oldu azıcık. Ama bin türlü hisse içeren bir kıssa: farklı fikir olmazsa kendininkini sınayamazsın, itiraz olmazsa egon şişer, dayama özgüven stokun yarıyolda eriyiverir, kendi parıltından gözlerin kamaşırsa önünü göremez, toslarsın bir yere...