Radikal, 16.11.2015
Paris katliamlarını yapan cihatçı eylemcilerden biri, bir intihar bombacısı, onlarca kurbanın âhıyla birlikte, genç bedeninin parçaları arasında bir işaret bıraktı. Bir pasaport. Suriye pasaportu. Türkiye'den Yunanistan’a, oradan -henüz tesbit edilemeyen bir güzergâh üzerinden- Fransa'ya geçmiş bir kimlik belgesi.
Fransız polisi pasaportun sahte olabileceğini söylüyor. Büyük ihtimalle Türkiye'de yapılmış.
Polisiye bir ayrıntı mı? Yoksa fazlası mı? Avrupa Birliği Sınır Koruma Teşkilatı'nın Türkiye'deki sahte pasaport piyasasıyla ilgili uyarıları bizde pek haber olmadı.
Sünnî Müslüman kardeşlerine şefkatle kucak açmış inançlı bir milletin sahalarında görmek istemeyeceği hareketler mi var yoksa ortada? Mültecilere işe yaramaz canyelekleri satan esnaf Cuma'ya gitmeyenler arasından mı çıkıyor? Hay Allah! Alnından karasinek geçmemiş Türk esnafına iftira mı atılmaktadır? Maksat yeni, büyük İslâm medeniyetinin liderine kara çalmak mı? Paris'i kana bulayan eylemcilerden biri 2013'te Türkiye'ye girmiş, fakat resmen ülkeden çıkmamış. Sansasyon gazetecisi tabiriyle sırra kadem basmış. Aslında hiçbir yere basmamış, bildiğin Suriye'ye gidip IŞİD'e katılmış. Yani birkaç yıl boyunca dünyanın çeşitli yerlerinden gelip Türkiye'de buyur edilen, Suriye'ye güvenli yoldan geçirilip şu meşum cihada katılması sağlanan müstakbel katillerden biri. E, bu da sahalarımızda görmek istemediğimiz türden hareketlerden. Olmasın demiyoruz ama! Kimse görmesin diyoruz.
Sahte Suriye pasaportu, mülteciler üzerinden para kazanmayı umanların kurduğu karaborsa piyasasında bir zamandır gözde mamuller arasında. Özellikle Suriyeli olmayan göçmen ve mülteciler, Avrupa devletlerince daha kolay kabul edilme umuduyla Suriyeli pasaportları ediniyorlar. Savaştan kaçarken kimliklerini bile kaybetmiş olan, hükümetin denetimi dışındaki bölgelerde yaşadıkları için zaten herhangi bir resmî makama ulaşma, pasaport çıkarma, pasaportlarını yenileme şansı bulamayan Suriyeliler de bu piyasanın müşterileri.
Hollandalı bir gazeteci (Harald Doombos), Eylül ayında, sahte pasaport edinmenin kolaylığını gösterme amacıyla, telefonla bağlantı kurduğu sahtecilerden, bir pasaport, bir de nüfus kağıdı edinmeyi başarmıştı. Kimlik-pasaport için verdiği fotoğrafın Hollanda başbakanı Mark Rutte'ye ait oluşu, hadiseye sadece yumuşak, magazinel bir tat katmakla kalmıyordu haliyle... (Pasaport Malik Ramazan adına çıkarılmıştı. Doombos, kısaltması başbakanın ismininkiyle aynı -M.R.- olsun diye bu adı seçmişti. Sahte pasaportun görüntüsü, evrak üzerinde son ince işlemler yapılmadan önce Whatsapp'tan siparişçiye gönderiliyor, bilgileri son defa kontrol etmesi sağlanıyordu. Bütün işlem 40 saat sürmüş, 750 Euro'ya mal olmuştu.)
Paris'te katliam mahallinde pasaport bulununca haliyle şu soru akla takıldı: Bunu niye yapmıştı intihar eylemcisi? İntihar eylemine giderken pasaportu cebinde unutmuş olmayacağı açıktı. Ne demek istemişti? Akla en yakın yorum, pek kimsenin yüksek sesle dile getirmek istemediğiydi: Eylemciler, bütün mültecileri şüpheli konuma sokmak istiyorlar.
Bunu, katliamlar için seçilen muhit ve kurban kitlesiyle birlikte düşünmek gerekiyor. Fransız internet gazetesi Mediapart'tan Joseph Confavreux, Ulusal Bilimsel Araştırmalar Merkezi'nden (CNRS) Pierre-Jean Luizard ile bir söyleşi yaptı (söyleşinin çevirisini Medyascope'tan okuyabilirsiniz, orijinali de şurada). Saldırıları üstlenirken IŞİD-DAİŞ adına söylenenler hakkındaki düşünceleri soruluyor Luizard'a. “Paris’in doğu semtlerinin tuzukuru gençliği tesadüfen seçilmemiş,” diyor IŞİD Tuzağı - İslam Devleti ya da Tarihin Dönüşü kitabının yazarı. “Özellikle İslam’a karşı en hoşgörülü gençlik kesimine... dünyanın durumu üzerine kafa yoran, anlamaya çalışan eğitimli bir kesime” saldırıldığına dikkat çekiyor: “Saldırılan mahallelerde, köşedeki camiye gidenlerle ilişki kurup, ellerinde sigaraları ve şarap kadehleriyle sohbet edebilen gençler görülebilir.”
Luizard, IŞİD türü cihatçılığın genel stratejik yaklaşımına da ışık tutuyor: “Fransız toplumunu kimlikler üzerine kapanmaya ve ötekilerden korkmaya itip, açıklamanın ve düşünmenin artık yeri olmadığı akıldışı tepkilere yol açarak IŞİD’in kırıp dağıtmak istediği budur; Ortadoğu’da yapmayı başardıkları şeye burada da varmak için, öteki insanları ne düşündüğü ve ne olduğuna göre değil, ait olduğu topluluğa göre değerlendirmeyi dayatmak istiyorlar herkese. Fransız Müslümanları’nı da rehin alarak Fransız toplumunu dönüşsüz bir sürece, bir tek kendilerinin galip çıkabileceği topluluklar-arası çatışmalara sürüklemek istiyorlar.”
Bir savaş stratejisi olarak kutuplaştırma, diyalog kuramaz hale getirme, giderek düşmanlaştırma. Ne kadar tanıdık geliyor!..
Oysa siyasî mücadele için bir tür ehliyet aranmalı: Senin gibi olmayana önerecek iyi bir şeyin yoksa, hiçbir şekilde siyasete girememelisin. Aksi halde, sana benzemeyeni ortadan kaldırma noktasına ulaşman kaçınılmazdır. Ya da, uluslararası düzeyde kabul görmüş resmî sınırların içerisinde, yönetiminden, selametinden resmen, her türlü hukuk düzeyinde sorumlu-yetkili olduğun yerleşim merkezlerini topla tüfekle abluka altına alacak, evlerin duvarlarına “devlet geldi kızlar” yazacak hale düşersin.
Başbakan Ahmet Davutoğlu, Ankara katliamından sonra kendilerine katil diyenlerin Fransa'daki muhalefeti örnek almasını istemiş. Şahsen, hayatını bizim de yaşadığımız dünyada sürdürmediğini, kendi imalatı hayal âleminde yaşadığını varsaydığımdan, başkasına kızdığım kadar kızamıyorum kendisine. Yine de, insan hiç utanmaz mı böyle derken? Ya sizin yönettiğiniz devletle Fransa'yı başka birçok açıdan karşılaştırırsa insanlar? Her şey bir yana, Ankara katliamından sonraki davranışlarınızı ortaya dökerlerse? “Kokteyl terör” saçmalığını niye uydurduğunuzu, nasıl uydurabildiğinizi deşerlerse? Ya saflarınızdan yükselen “oh olsun” çığlıklarından, Konya stadı rezaletinden ötürü na şu kadarcık hicap duymayışınızı kurcalarlarsa? “PYD IŞİD'den tehlikeli” manşetlerini sorarlarsa?
Bunlara hiç gerek yok. Silvan duvarları neyin neyle karşılaştırılabileceğini, karşılaştırılamayacağını pek güzel gösteriyor. “Kurdun dişine kan değdi” yazıyor Özel Tim'iniz duvara. (Onu da “deydi” diye yazması, bütün bir Cumhuriyet tarihinin özetidir ya, neyse, geçelim şimdi.) Ne demek istiyor? “Buram buram kan...” yazan resmî silahlı görevlin, ne demek istiyor?
Paris'in, Müslümanlarla, göçmenlerle rahatça diyalog kurabilen, “doğal olarak” onlarla birlikte yaşayacağını varsayan ahalisini katletmekle, meselâ, Kobanê'ye, Kürtlere yardıma giden Türk gençlerini katletmek arasında ortak bir yan var. Aslında, IŞİD'in muhtemelen artık “evrensel” dememiz gereken düşmanlaştırma stratejisiyle, bizim ülkemizdeki iktidar stratejisi arasında yaklaşım benzerliği var. Kendi dışındaki herkesi nefretlik, düşman haline getirmek... Bunu hakkınca, derinlemesine ele almak gerek; şimdilik “gerçek İslâm bu değil” deyip geçelim.
Nereye geçiyoruz? Beyrut'un, Bağdat'ın Paris kadar kıymetli olmayışına. Aşağılık kompleksinden ötürü kendine tapamadığı için devlete tapan millet-i hakime ile güya ondan farklı ve medenî olan acınası elitistlerin insanlık iptali “noktasında” birbirleriyle altalta üstüste sürünüşüne. Beyrut'ta, Bağdat'ta da bombalar patladı, birinde 43, öbüründe 22 kişi öldü. Beyrut, Paris'ten bir gün önce, Bağdat'takiler, aynı gün. Kimseden tık yok. İslâmcılardan ses çıkmıyor, çünkü ölenler Şii, öldürenler sevgili IŞİD-DAİŞ. Elitistlerden ses çıkmıyor, çünkü ölenler Beyrutlu, Bağdatlı, oysa Paris; şansonlar kafeler!..
Ağzımdan çıkacağa hakim olamayacağım belli. Bu yüzden -zaten aslında diyeceğimin hepsini pek güzelce demiş olan- Hürrem Sönmez'in Diken'deki yazısını (“Sen sağ ben Selamet!”) önünüze koyarak çenemi kapatıyorum.