11 Kasım 2015 Çarşamba

Yüce Yargı'nın kadınlarla savaşı

Radikal, 10.11.2015

Hatice Kaçmaz, öldürüldüğünde 33 yaşındaydı. Katili, ona musallat olmuş bir erkekti. (Erkek dünyasında buna “aşık olmak” da denebiliyor.) Bıçağını cebine koymuş, gidip Hatice Kaçmaz'ı bulmuş, muhtemelen onsuz edemediğini söylemiş, kendisiyle evlenmesini istemişti. Ve reddedilmişti. Çekti bıçağı. Bir, iki, üç, dört... on altı defa sapladı kadının bedenine. O esnada kendince, ruhunu, hayatını esir almış o tutkudan kurtulduğunu mu düşünüyordu? İstediğini vermeyen kadından intikam mı alıyordu? Yoksa bunlardan birine ilaveten, kadının bedenine bıçağı sokup çıkarmanın derinlerdeki gizli hazzı ve tatmin duygusu da mı eşlik ediyordu cinayete?

Katilin güdüleri ve duyguları bizi ne kadar ilgilendirir?

Şahsen beni önce, istediğine ulaşamadığı için bir başkasını öldürmeye hakkı olduğunu varsayma kısmı ilgilendiriyor. İnsanlar, ortak yaşama kuralları konmuş bir toplum halinde varolmaya geçtiklerinden beri halledilememiş bir mesele. Günümüzde bu mesele en çok, kültürü erkeğe bizdeki gibi bir konum veren toplumlarda vücut buluyor. En çok da birtakım erkeklerin kadınları öldürmesinde.

“Ne yapayım, çok seviyordum”, basbayağı geçerli bir cinayet sebebi. “İstedi, olmadı, öldürdü”, neredeyse sıradan bir üçüncü sayfa haberi.

Medeniyet göstergesi midir? Öyledir.

Dönelim: Katilin güdüleri, duyguları bizi ilgilendirir mi?

Yüce Türk Yargısı’nın bazı mensuplarını fazlasıyla ilgilendiriyor belli ki. İlgilendirmeli; yargı sistemini inceltebilecek bir durum. Ancak bizdeki bu ilgi tarafsız bir ilgi değil. Katilin güdüleri, eğer ortadaki kadın cinayetiyse, savcılarımızı, hakimlerimizi içlendiriyor. Empati krizlerine sürüklüyor onları. Aman bir haksızlık olmasın diye kılı kırk yarıyorlar. Bir resmî katillere, işkenceden, yargısız infazdan yargılanan devlet görevlilerine gösteriliyor bu itina, bir de kadın katillerine.

Muhalif öldürmekle kadın öldürmek arasında, Yüce Türk Yargısı’nın hususi itinasını gerektiren bir bağlantı var mıdır?

Belli ki var.

Hatice'nin katilinin mahkemenin şefkatine mazhar olma macerası, Yüce Yargı’mızın zaman zaman verdiği açıklardan biriyle başlamış. Bizdeki hukuku, adaleti sahici hukukla, adaletle aynı şey zanneden bazı savcılar, yargıçlar yok değil. Bunlardan biri, muhtemelen katilin kurbanla buluşmaya bıçağı cebine koyup gitmiş oluşunu gözönüne alarak, cinayetin “tasarlayarak” işlendiğine hükmetmiş, iddianamesini bu şekilde hazırlamıştı. Katilin cezasında indirim yapılmasını gerektirecek bir koşul yoktu.

Yüce Yargı mekanizması, neyse ki vaktinde refleks göstererek, bu cinayet dosyasının Yüce Türk Adaleti’nin göreneklerini bozmasını önledi. Yeni bir savcı dosyayı ele aldı, suçu “tasarlayarak öldürmek”ten sadece “öldürme”ye çevirdi, katil böylece ağırlaştırılmış müebbetten kurtuldu, müebbet hapis cezası aldı, cezası indirime açık hale geldi.

“Kabul etmezse öldüreceğim” diyorsun, cebine bıçak koyup gidiyorsun, kabul etmiyor, öldürüyorsun. Bu nasıl “tasarlayarak” olmuyor?

Çünkü savcı erkek, yargıç erkek ve bir şekilde katille duygudaşlık mı kuruyorlar? Bu kadar basit mi?

Cevabı bilerek sormuyorum; sahiden soruyorum. Birçok insanın sorduğunu, köşeyazarlığı müessesesinin imkânlarından yararlanarak, herkesin gözü önünde, buradan soruyorum. Belki bir cevap veren çıkar diye değil; buralara yazıldığında belge olarak kalması ihtimali artıyor bu rezaletlerin.

Şüphelerimizin dayanağı pek sağlam üstelik: Mahkeme, cinayeti işlerken sanığın “tutku derecesindeki aşırı sevgiden kaynaklı duygusallığın etkisi”nde olduğunu öne sürmüş, katile gösterdiği şefkatin sebebini izah ederken. Yüce Türk yargısına göre, “Sanık, maktulenin evlenme isteğini bir türlü kabul etmemesi, ayrılma düşüncesini kendisine hissettirip açıklaması sonucu içindeki tutku derecesindeki aşırı sevgiden kaynaklı duygusallığın etkisi ve ruh hali üzerinde yarattığı hiddetle yanına bıçak alarak maktule ile her zaman buluştukları parka gitmiş ve o hiddetin sonucu olarak maktuleye bıçak darbelerini vurmuş”. Mahkeme, bıçak darbelerinin sayısını dahi katil lehine yorumlamış: “Duygusal çöküntü ve hiddetin maktuledeki bıçak darbeleri sayısı ile ortaya çıktığı, hiddetin sanığın soğukkanlı düşünme ve hareket etmesini engellediği, dolayısıyla tasarlamadan söz etmenin mümkün olmadığı anlaşılmıştır.” Olay siyasî, sanık Kürt olsaydı, meselâ, on altı bıçak darbesinin nasıl ve nelere delalet sayılacağını tahmin etmeyi siz değerli okurlarıma bırakıyorum.

Bu, bir adalet sistemi değildir.

Tecavüz ederken suçüstü yakalanan bir erkek, “tecavüz tam gerçekleşmedi” gerekçesiyle ceza indirimi almıştı. Eski sevgilisine tecavüz eden, bunun videosunu çeken bir adama “eski sevgilisiymiş” diye anlayış göstermişti mahkeme. Bir başka adam, üvey kızına tecavüz etti, aşağılıklar zinciri içerisinde, kendisine “kızın ruh sağlığı bozulmamış” diye bir rapor üretildi, ceza indirimi alması sağlandı. Yakın zamanda 14 yaşındaki çocuğa cinsel saldırıda bulunan herif, takım elbisesi ve kravatı sayesinde “saygın tutum” gibi süflî bir bahaneyle cezanın fazlasından kurtarıldı.

Sorumuz basitçe şudur: Muhafazakârın, kadının gülmesinden bile huylandığını biliyoruz, İslâmcının kadınları eve kapatmak istediğini biliyoruz, faşistin kadınları toplum hayatında güçlü görmek istemediğini biliyoruz, en modern gözüken büyükşehirli kalasın da, işsiz güçsüz kalmış yoksul adamın da karılarına el kaldırabildiğini biliyoruz. Ve maalesef bunların birçoğunun nedenlerine dair açıklamalar bulabiliyoruz. Ve fakat şu Yüce Yargı'nın kadın katilleriyle, tecavüzcüleriyle kurduğu bu gönül bağının, giderek dayanışmanın mesnedi ve hedefi nedir?

Cevabı ancak uzak gelecekte verilebilecek bir soru daha: Bu korkunç mahkeme kararlarına imza atarak sadece halihazırdaki katilleri koruyup kollamakla kalmayan, aynı zamanda potansiyel katilleri yüreklendiren, yeni cinayetlere yol ve alan açan savcı ve yargıçların yargılanıp cezalandırılmasının yolu yok mudur?

Yüce Türk Yargısı, sanki kadınlara savaş açmış gibi.

Sosyal medyada biri soruyordu: Bu hakimlerin, savcıların karıları, kızları, anneleri falan yok mu, kimse onlara bir şey demiyor mu, diye. Ben de soruyorum. Ama bir şey demesi gereken sadece ailelerindeki kadınlar değil ki! Bütün Yüce Yargı mı kadın katilleriyle empati halindedir?