Çok değerli bir insanı kaybettik. Öldürdüler. Yüzüstü yere yığıldı. Hrant gibi. Hayattan ne bekledikleri, ne yapmaya çalıştıkları, özlemleri, gayretleri benziyordu. Sevilme ve öldürülme sebepleriyle öldürenler de. Ben söyleyecek söz bulamıyorum.
Tahir Elçi niye önemli bir insandı, bilmeyen, merak eden varsa, Bianet'teki biyografisini okuyabilir. Cinayet (suikast) konusunda kafa yorarak üzüntüsünü dağıtmak isteyenler, Bahar Kılıçgedik'in Avukat Erdal Doğan'la görüşmesini okuyabilir. Ahmet Şık'ın cinayetten hemen sonra ortaya çıkan ve yayılan görüntüleri değerlendirdiği yazısı da aynı amaca hizmet edebilir.
Kafamı toplamakta zorlanıyorum, sağlıklısını bırakın, üç-beş dakika süreyle düşünemiyorum. En çok, yine aynı aşağılık insanların aynı rezillikleri yapmaları, muktedir İslâmcılığın alâmetifarikası haline gelmiş yüzsüzlük, pişkinlik koyuyor insana. Ölü evlerinin kapısında çalıp oynamakmış meğer eksik kaldıkları. Azıcık sakin kalmaya çalışarak cinayet görüntülerine baktığımda edindiğim ilk an izlenimini şöyle özetleyebilirim: süper organize bir suikast olmalı, kurbanı olduğumuz.
Buna karşı en güçlü argüman, polislerin de can vermiş olması. Ama bu argüman geçerli değil. Böyle işleri yapanlar, oradaki polisleri rahatça gözden çıkarır. Üzerine mermiler sıkılan kurşun geçirmez adamların kameraya doğru koşarak önümüzden geçtiği görüntüleri izleyecek hiç kimse, yapılacak başka türlü bir izahata inanmayacaktır sanırım. Ama insan evladı yine de saf, yine enayi: yanlış görmüş, yanlış düşünmüş olmayı istiyoruz. 28 Kasım 2015 günü yaşanmamış olsun, Allah o günün de suikastçilerin de belasını versin, Tahir Elçi aramızda olsun istiyoruz.