Suriye'de, kimsenin pek uzun süreceğine ihtimal vermediği bir yeni ateşkes süreci, 29 Aralık'ı 30'una bağlayan geceyarısı (TSİ 01:00) yürürlüğe girdi. [ EK / 02:46 / İlk çatışmaların yeniden başladığına dair iddialar duyulmaya başlandı! ] Bu anî gelişmede Türkiye'nin rolü olduğu belli, ama atekesin Rusya'nın inisiyatifiyle yürürlüğe sokuluş tarzı, Ankara'nın şimdiye kadar sıkı fıkı olduğu cihatçı silahlı örgütlerle bundan sonrası için nasıl bir ilişki öngördüğü konusunda muğlaklık yaratıyor.
30 Aralık 2016 Cuma
29 Aralık 2016 Perşembe
DAİŞ aşkı karşılıksız galiba
“İslâm Devleti” örgütü (DAİŞ-IŞİD), el-Bab’da iki kişiyi “Fırat Kalkanı” harekâtı için çalıştıkları gerekçesiyle idam etti. Amed Afure ve Muhammed Afure, bu gerekçeyle yaklaşık iki ay önce tutuklanmışlardı.
Twitter’daki İD yanlısı hesapların birinden olay şöyle duyuruldu:
“Bugün Haçlı Köpeği Laik Dinsiz TCye Ajanlık YAPAN 2 MİT köpegi #albab ta gebertildi ! Allahu Akbar ! #sondakika”.
Aynı hesaptan, hemen hemen aynı zamanda “#fıratkalkanı #albab #akp #sondakika” başlıklarıyla iki fotoğraflı bir başka tweet daha atıldı: “Katil Zionist Askerleri ile Katil Haçlı Tasmalı Türk askerlerinin Ortak noktası !” İD yanlısı hesap sahibi, sözkonusu “ortak nokta”yı fotoğraflarla anlatmak istemişti. Fotoğraflardan birinde, muhtemelen omuzdan atmalı silaha ait bir mermi başlığı görülüyordu. Üzerine “El BAB’tan SEVGİLERİMLE #POLATLI#” yazılmıştı. Herhalde Polatlılı bir asker tarafından. Gazze saldırılarından hatırladığımız, dünyanın bir kısmında infial yaratmış öteki fotoğrafta ise, benzer roket başlıklarına “sevimli” yazılar yazan İsrailli çocuklar görülmekteydi.
[ EK / İD yanlısı çeşitli hesaplarda Türkiye ve özellikle Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan hakkında kullanılan sıfatlar giderek ağırlaşıyor. Bunları hiçbirimizin kamu açık yerde alenen aktarması mümkün değil. ]
Twitter’daki İD yanlısı hesapların birinden olay şöyle duyuruldu:
“Bugün Haçlı Köpeği Laik Dinsiz TCye Ajanlık YAPAN 2 MİT köpegi #albab ta gebertildi ! Allahu Akbar ! #sondakika”.
Aynı hesaptan, hemen hemen aynı zamanda “#fıratkalkanı #albab #akp #sondakika” başlıklarıyla iki fotoğraflı bir başka tweet daha atıldı: “Katil Zionist Askerleri ile Katil Haçlı Tasmalı Türk askerlerinin Ortak noktası !” İD yanlısı hesap sahibi, sözkonusu “ortak nokta”yı fotoğraflarla anlatmak istemişti. Fotoğraflardan birinde, muhtemelen omuzdan atmalı silaha ait bir mermi başlığı görülüyordu. Üzerine “El BAB’tan SEVGİLERİMLE #POLATLI#” yazılmıştı. Herhalde Polatlılı bir asker tarafından. Gazze saldırılarından hatırladığımız, dünyanın bir kısmında infial yaratmış öteki fotoğrafta ise, benzer roket başlıklarına “sevimli” yazılar yazan İsrailli çocuklar görülmekteydi.
[ EK / İD yanlısı çeşitli hesaplarda Türkiye ve özellikle Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan hakkında kullanılan sıfatlar giderek ağırlaşıyor. Bunları hiçbirimizin kamu açık yerde alenen aktarması mümkün değil. ]
27 Aralık 2016 Salı
Yedek milletvekili asili öldürür mü?
Hürriyet yazarı Murat Yetkin, iktidar partisi kulislerinden alınmış bilgilere dayandırdığı anlaşılan yazısında ("Anayasa sıkıntısı AK Partiyi zorluyor"), seksen milyonun kaderini tek adamın iki dudağının arasına tıkıştırmayı hedefleyen "başkanlık teklifi"nin Meclis'ten sanıldığı kadar kolay geçemeyeceğini ileri sürdü. Yetkin'e göre, teklife bizzat AKP içinden ciddî itirazlar var. Teklif geçer mi geçemez mi, bilemem, takıldığım şey başka.
"İtirazlar ciddi konularda" arabaşlığı altında Yetkin, AKP'lilerin teklife ilişkin çeşitli eleştirilerini aktardı. Biri şöyle:
"...Yedek milletvekilliği istenmiyor. Hemen her toplantıda, 'Türkiye’nin Almanya olmadığı' ve işin kısa sürede 'siyasi cinayetlerin' başlamasına neden olacağı konuşulmuş..."
Yani: İktidar partisinin bazı milletvekilleri düşünüyor ki, yedek milletvekilleri bu koltukta asaleten oturanları öldürebilir; yerlerine geçmek için! Haydi azıcık yumuşatalım, illâ öldürme kastediliyor olmasın, bu durumda da herhalde kaset komploları, şantaj dümenleri vs.'den sözediliyordur, "siyasî cinayet" denirken. Hani ölüm değil de istifa getiren türden.
"İtirazlar ciddi konularda" arabaşlığı altında Yetkin, AKP'lilerin teklife ilişkin çeşitli eleştirilerini aktardı. Biri şöyle:
"...Yedek milletvekilliği istenmiyor. Hemen her toplantıda, 'Türkiye’nin Almanya olmadığı' ve işin kısa sürede 'siyasi cinayetlerin' başlamasına neden olacağı konuşulmuş..."
Yani: İktidar partisinin bazı milletvekilleri düşünüyor ki, yedek milletvekilleri bu koltukta asaleten oturanları öldürebilir; yerlerine geçmek için! Haydi azıcık yumuşatalım, illâ öldürme kastediliyor olmasın, bu durumda da herhalde kaset komploları, şantaj dümenleri vs.'den sözediliyordur, "siyasî cinayet" denirken. Hani ölüm değil de istifa getiren türden.
21 Aralık 2016 Çarşamba
Şehmus'un ardından, hastalığımızla başbaşa
Amedspor futbol takımının kaptanı Şehmus Özer trafik kazasında hayatını kaybetti. Binbir güçlük ve alenî haksızlığa rağmen “çıkıp topunu oynamaya” uğraşan Amedspor camiası için kahredici, memlekette barış ve eşitlik içinde kardeşçe yaşamak isteyenler için, azıcık aklı, idrakı, vicdanı kalmış herkes için üzülünecek olaydır.
Ve fakat, ölüm haberi duyulur duyulmaz bilumum faşistler sahaya çıktı, her defasında yerlere saçtıkları nefret kusmuklarını yalayıp yutup tekrar saçabildikleri için, bu defa da aynı ifrazat işlemini bütün o ihtiras ve sapkınlıkları içerisinde yürütmeye koyuldular.
Berkin Elvan'ın annesinin yuhalatılmasıyla resmiyet ve meşruiyet kazanan, Ankara katliamı kurbanlarına gösterilen muamele ile hakim trend, yakma-yıkma operasyonlarıyla günün modası haline gelen tutum pekişerek sürüyor. Ölenlerin arkasından türlü rezillik yapılıyor.
Ve fakat, ölüm haberi duyulur duyulmaz bilumum faşistler sahaya çıktı, her defasında yerlere saçtıkları nefret kusmuklarını yalayıp yutup tekrar saçabildikleri için, bu defa da aynı ifrazat işlemini bütün o ihtiras ve sapkınlıkları içerisinde yürütmeye koyuldular.
Berkin Elvan'ın annesinin yuhalatılmasıyla resmiyet ve meşruiyet kazanan, Ankara katliamı kurbanlarına gösterilen muamele ile hakim trend, yakma-yıkma operasyonlarıyla günün modası haline gelen tutum pekişerek sürüyor. Ölenlerin arkasından türlü rezillik yapılıyor.
20 Aralık 2016 Salı
Dink davasında gelinen aşama
Dink cinayeti davasında yeni hafta dolayısıyla, gelinen noktaya dair toparlamamız. Özellikle gazeteci arkadaşların dikkatine.
Cinayette katkısı veya ihmali olan polisler, 9 yıl sonra, nihayet, tetikçilerle birlikte, aynı davada yargılanıyor.
Yeni iddianame sürecinde bazı polisler tutuklanmıştı, FETÖ bağlantısı nedeniyle bunlara eklenenler oldu.
İlk cinayet davası müsamereydi, orada adaletle alay edilmişti. Bu sefer dava sahici olabilir, ama güçlü engeller var.
Cinayette katkısı veya ihmali olan polisler, 9 yıl sonra, nihayet, tetikçilerle birlikte, aynı davada yargılanıyor.
Yeni iddianame sürecinde bazı polisler tutuklanmıştı, FETÖ bağlantısı nedeniyle bunlara eklenenler oldu.
İlk cinayet davası müsamereydi, orada adaletle alay edilmişti. Bu sefer dava sahici olabilir, ama güçlü engeller var.
13 Aralık 2016 Salı
Hassasiyet • Bir 13 Aralık filmi
17 yaşında bir genci, yaşını büyüterek asmazsa incinebilen, hassas kudret mekanizması... Cinayete, eğer katılmıyorsa, arkasını dönen nazik cemiyet...
13 Aralık 1980'e dair hatırlatma.
Meraklısı için izahat: Altı yıldır pek çok defa başına oturduğum, geçen geceye kadar bir türlü "oldu" diyemediğim bir deneysel film bu. Görüntüleri bir Ankara yolculuğunda -o sırada Haydarpaşa'dan trene binip Ankara'ya gidebiliyorduk- gelişigüzel çekmiştim. Filmde, trende çekilmiş bazı orijinal sesler var; ama ilave efektler ve bazı müziğimsi parçalar da yeralıyor. Bunlar, Tiyatro Oyunevi'nin bir oyunu için daha önce yaptığım çalışmadan. Oyunu Murat Uyurkulak'ın Tol romanından ("Devrim vaktiyle bir ihtimaldi ve çok güzeldi") Mahir Günşıray uyarlayıp yönetmiş, Güven İnce ile birlikte oynamışlardı. (Romanda okkalı bir tren yolculuğu faslı vardır.)
13 Aralık 1980'e dair hatırlatma.
Meraklısı için izahat: Altı yıldır pek çok defa başına oturduğum, geçen geceye kadar bir türlü "oldu" diyemediğim bir deneysel film bu. Görüntüleri bir Ankara yolculuğunda -o sırada Haydarpaşa'dan trene binip Ankara'ya gidebiliyorduk- gelişigüzel çekmiştim. Filmde, trende çekilmiş bazı orijinal sesler var; ama ilave efektler ve bazı müziğimsi parçalar da yeralıyor. Bunlar, Tiyatro Oyunevi'nin bir oyunu için daha önce yaptığım çalışmadan. Oyunu Murat Uyurkulak'ın Tol romanından ("Devrim vaktiyle bir ihtimaldi ve çok güzeldi") Mahir Günşıray uyarlayıp yönetmiş, Güven İnce ile birlikte oynamışlardı. (Romanda okkalı bir tren yolculuğu faslı vardır.)
8 Aralık 2016 Perşembe
Yeni bir olgu: "Suriye Ulusal Direnişi"
Adı ilk defa karşımıza çıkan veya varlığı ilk defa bu adla karşımıza çıkan bir kuvvet, El-Bab’a doğru ilerleme harekâtında Suriye ordusu ile birlikte savaşıyor. “Suriye Ulusal Direnişi”, Suriye’nin bütünlüğünü savunan çeşitli “yurtsever” gruplardan bir koalisyon diye tarif ediliyor. Kritik bir ayrıntı, bu birlikte, Halep kuzeyi ve doğusundan Arap ve Kürt savaşçıların birarada bulunması.
Üç ay önce oluşturulduğu söylenen ve El-Bab harekâtı ile ilk “resmî” savaşına katılan “Ulusal Direniş” hakkında şimdiye kadar herhangi bir tanıtıcı haber çıkmamıştı. Örgütün kendini “Suriyeli” olarak tanımlayan “yurtsever güçler” arasında ayrılık-gayrılığı gidermeyi amaçladığı yollu tarifler yapılıyor.
YPG ile ilişkileri var mı?
Suriye bayrağı altında savaşan sözkonusu kuvvetin oluşturulmasında YPG ağırlıklı Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) payı, Ulusal Direniş’in gücüne SDG’nin katkısı var mı? “Ulusal Direniş Güçleri” formülü, El-Bab harekâtında Suriye ordusu ile SDG’nin birlikte hareket edebilmesi için mi meydana getirildi?
Üç ay önce oluşturulduğu söylenen ve El-Bab harekâtı ile ilk “resmî” savaşına katılan “Ulusal Direniş” hakkında şimdiye kadar herhangi bir tanıtıcı haber çıkmamıştı. Örgütün kendini “Suriyeli” olarak tanımlayan “yurtsever güçler” arasında ayrılık-gayrılığı gidermeyi amaçladığı yollu tarifler yapılıyor.
YPG ile ilişkileri var mı?
Suriye bayrağı altında savaşan sözkonusu kuvvetin oluşturulmasında YPG ağırlıklı Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) payı, Ulusal Direniş’in gücüne SDG’nin katkısı var mı? “Ulusal Direniş Güçleri” formülü, El-Bab harekâtında Suriye ordusu ile SDG’nin birlikte hareket edebilmesi için mi meydana getirildi?
7 Aralık 2016 Çarşamba
Halep'te gayriresmî "savaş bitti" ilânı
Silahlı muhalif grupların ve cihatçı örgütlerin elindeki Doğu Halep'i ikiye bölen Suriye ordusu, kuzeyde kalan parçayı da ele geçirdi ve muhalifler artık iki hafta kadar önce sahip oldukları arazinin yaklaşık yüzde otuzuna sıkıştılar. Rusya ve Suriye uçaklarının "bitirmecesine" bombardımanı ve buna eşlik eden ordu ve milis harekâtı, silahlı örgütlerin soluğunu kesmiş görünüyor. Halep'te gidişatın, tersine çevrilmesi şöyle dursun, yavaşlatılması bile artık imkânsız.
Nitekim, silahlı grupların “Halep Şehri Liderlik Konseyi” imzasıyla yayımladığı çağrı, bu kadim şehir için yürütülen hayatî savaşın sonuna gelindiğinin yazılı belgesi gibi.
Nitekim, silahlı grupların “Halep Şehri Liderlik Konseyi” imzasıyla yayımladığı çağrı, bu kadim şehir için yürütülen hayatî savaşın sonuna gelindiğinin yazılı belgesi gibi.
Gazetecilik üzerine yazılar
Üç haftadır P24'teki yazılarımı gazeteciliğin dönemsel gibi gözüken yapısal sorunlarına ayırıyorum. Çeşitli araştırma ve istatistiklerden de faydalanarak yazdığım yazıların sadece meslektaşlarımızı ilgilendirmediğini, genel olarak "medya" sorunlarına merak duyan herkesin bunlarda işine yarar birşeyler bulabileceğini sanıyorum. Şimdilik üç yazı oldu, gerisini getirmeye çalışacağım.
• Ana akım medyanın tekliğe ve yokluğa gidişi
• Mağdurlar ve "normal insanlar"dan uzakta gazetecilik
• Sürat sanıldığından tehlikeli
• Ana akım medyanın tekliğe ve yokluğa gidişi
• Mağdurlar ve "normal insanlar"dan uzakta gazetecilik
• Sürat sanıldığından tehlikeli
5 Aralık 2016 Pazartesi
1 Aralık fotoğraf sergisi
1 Aralık günü, azıcık da tesadüf eseri, kendimi bir döviz "büfesi" önünde fotoğraf çekerken buldum. LED ışıklı levhada "US $ = 3.51" göründüğü her kare bir başka anlamlı göründü gözüme. Kimisinde 3.51'in yerlerine mıhladığı, öylece donup kalmış insanlar, kimisinde "tankla olmayanı dolarla yapma" hedefli büyük uluslararası komplonun icracısı karanlık güçlerin elemanları var gibiydi.
Döviz büfelerinin önünde türlü filmler çekilebilir, öyküler, romanlar yazılabilir. 2001 Krizi sırasında Ankara'da sabahın köründe döviz büfesi tabelası önünde toplanmış kalabalığı inceleyerek epey zaman geçirmiştim. Hemen hepsi orta halli insanlardı. O sırada, elinde avucunda ne varsa kaybetme tehlikesiyle yüzyüze kalmış eş dost arkadaşın yardımına koşmaya çabalıyorduk. Krize yolaçanların, krizi önleyemeyenlerin hiçbiri zarar görmemiş, siyasetçiler, büyük patronlar, spekülatörler fakirleşmemişti. Çok aşağılayıcıydı, zulmün bir türüydü.
Şimdi de muhtemelen döviz büfelerinin önünde trajediler cereyan edecek. Ve tepedeki kimse bu trajedilerden payını almayacak. Asıl zararı görecek olanlar, üç-beş dinî motifle, inşallahla maşallahla, şehitlerle, bayrakla, ama bunlardan da önce korkutularak, çaresizlikleri kafalarına kakılarak "tesirsiz hale" getirilecek.
Ve bu ayıp olmayacak. Günah olmayacak. Suç olmayacak. Yüzümüze bakılarak yalanlar söylenecek, tükürükler saçılacak, tükürükler kaşımıza gözümüze isabet edecek. "Milleeet!" diye haykırıldıkça millet sinecek. 3.51, üç bilmemkaç olacak, yeni yeni günler, bereketsiz günler, hapiste eza cefa çektirilen insanların üzerine kararacak, bitmek bilmeyen yeni akşamlara dönüşecek. Akşam oldu mu, LED levhaların ışıltısı daha bir belirginleşecek, daha uzaktan görülür olacak, 3.51'ler veya 55'ler, artık Allah ne verdiyse, daha rahat okunacak.
Yıllar önce Ankara'da o tabelanın önünde sessiz, kıpırtısız, hiç kıpırtısız duran insanların kızları-oğulları, kardeşleri çaresizlik nöbetini devralacak. Acımasız bir para düzeni zalimlerin paçasını tutuşturacak, o arada yine iktidar ve zenginlikten uzak olanları, yoksunları yakacak. Ve benim "3.51" fotoğraf serim, belki bir haftaya kalmadan tarih olacak, eski İstanbul fotoğrafları diye paylaşılacak.
Döviz büfelerinin önünde türlü filmler çekilebilir, öyküler, romanlar yazılabilir. 2001 Krizi sırasında Ankara'da sabahın köründe döviz büfesi tabelası önünde toplanmış kalabalığı inceleyerek epey zaman geçirmiştim. Hemen hepsi orta halli insanlardı. O sırada, elinde avucunda ne varsa kaybetme tehlikesiyle yüzyüze kalmış eş dost arkadaşın yardımına koşmaya çabalıyorduk. Krize yolaçanların, krizi önleyemeyenlerin hiçbiri zarar görmemiş, siyasetçiler, büyük patronlar, spekülatörler fakirleşmemişti. Çok aşağılayıcıydı, zulmün bir türüydü.
Şimdi de muhtemelen döviz büfelerinin önünde trajediler cereyan edecek. Ve tepedeki kimse bu trajedilerden payını almayacak. Asıl zararı görecek olanlar, üç-beş dinî motifle, inşallahla maşallahla, şehitlerle, bayrakla, ama bunlardan da önce korkutularak, çaresizlikleri kafalarına kakılarak "tesirsiz hale" getirilecek.
Ve bu ayıp olmayacak. Günah olmayacak. Suç olmayacak. Yüzümüze bakılarak yalanlar söylenecek, tükürükler saçılacak, tükürükler kaşımıza gözümüze isabet edecek. "Milleeet!" diye haykırıldıkça millet sinecek. 3.51, üç bilmemkaç olacak, yeni yeni günler, bereketsiz günler, hapiste eza cefa çektirilen insanların üzerine kararacak, bitmek bilmeyen yeni akşamlara dönüşecek. Akşam oldu mu, LED levhaların ışıltısı daha bir belirginleşecek, daha uzaktan görülür olacak, 3.51'ler veya 55'ler, artık Allah ne verdiyse, daha rahat okunacak.
Yıllar önce Ankara'da o tabelanın önünde sessiz, kıpırtısız, hiç kıpırtısız duran insanların kızları-oğulları, kardeşleri çaresizlik nöbetini devralacak. Acımasız bir para düzeni zalimlerin paçasını tutuşturacak, o arada yine iktidar ve zenginlikten uzak olanları, yoksunları yakacak. Ve benim "3.51" fotoğraf serim, belki bir haftaya kalmadan tarih olacak, eski İstanbul fotoğrafları diye paylaşılacak.
30 Kasım 2016 Çarşamba
El-Bab civarında Suriye ile savaş riski
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın "Suriye'ye Esad'ı devirmeye girdik" sözlerinden sonra bambaşka boyutlar kazanan Fırat Kalkanı Harekâtı'nda kritik bir eşiğe gelindi. Doğu Halep'i silahlı grupların elinden almaya başlayan ve Halep savaşını kısa sürede bitirebilecek gibi gözüken Suriye ordusu, kuzeye, El-Bab'a doğru güç kaydırabilmeye başladı. Üstelik orada YPG ağırlıklı Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ile birlikte hareket ettikleri görülüyor. Böylece El-Bab'a, kimilerine göre beş, kimilerine göre üç-dört kilometre yaklaştılar.
Bunun anlamı: Suriye ordusu ile Türkiye ve desteklediği ÖSO kuvvetleri her an doğrudan çatışmaya girebilir. Yani Türkiye, Rusya desteğindeki Suriye ile resmen savaşmaya başlayabilir.
Elbette kesin olarak teyit edemediğim, ancak daha önce bizi yanıltmamış kaynaklardan bir-ikisinde gördükten sonra bu şartlarda güvenebildiğim verilere dayanarak iki harita hazırladım. İlkinde Suriye ordusunun, Efrin Kantonu'nun silahlı güçleriyle anlaşma halinde ve muhtemelen Halep'ten güç kaydırarak sağladığı ilerleme ve genel durum görülüyor.
İkinci harita, El-Bab'ın hemen yakın çevresinde olabileceklere dair fikir verme amacı güdüyor. Duvar'a yazdığım yazı ışığında bakılırsa, muhtemel gelişmelere, özellikle mevcut risklere dair daha çok fikir verebilir.
Bunun anlamı: Suriye ordusu ile Türkiye ve desteklediği ÖSO kuvvetleri her an doğrudan çatışmaya girebilir. Yani Türkiye, Rusya desteğindeki Suriye ile resmen savaşmaya başlayabilir.
Elbette kesin olarak teyit edemediğim, ancak daha önce bizi yanıltmamış kaynaklardan bir-ikisinde gördükten sonra bu şartlarda güvenebildiğim verilere dayanarak iki harita hazırladım. İlkinde Suriye ordusunun, Efrin Kantonu'nun silahlı güçleriyle anlaşma halinde ve muhtemelen Halep'ten güç kaydırarak sağladığı ilerleme ve genel durum görülüyor.
İkinci harita, El-Bab'ın hemen yakın çevresinde olabileceklere dair fikir verme amacı güdüyor. Duvar'a yazdığım yazı ışığında bakılırsa, muhtemel gelişmelere, özellikle mevcut risklere dair daha çok fikir verebilir.
28 Kasım 2016 Pazartesi
Tahir Elçi için
Eğer olabildiğince özgür ve eşit, olabildiğince iyicil ve diğerkâm yaşamak isteseydik, bize en çok lazım olacak insanlardandı Tahir Elçi. Onun gibilerin varlığı, onuru ve cesareti, azmi ve becerisi, zalimlerin, kötülerin, muktedirlerin en çok nefret ettiği ve korktuğu şeydir. Tahir gibiler zorbaları korkutur, işini kan dökerek görmek isteyenlerin işini bozar. Bu yüzden öldürdüler.
Bu cesur ve yorulmak bilmez avukatın, bu iyi ve değerli insanın öldürülüşünün ilk yılında, Diyarbakır'daki anma gecesi başta, onun anısına düzenlenen çeşitli faaliyetlerde gösterilmek üzere, yâdetme, hatırlama, özlem giderme, özlemin giderilemeyecek oluşunu bir daha idrak etme, hazmetme; tanımayana, Tahir Elçi kimdir, o gidince neler eksik kaldı, ucundan kıyısından azıcık çıtlatma; velhâsıl yoksunluğu tarif etme ve paylaşma maksadıyla bir kısa film hazırladım.
Türkân Elçi, kendi yazdığı metni seslendirdi. Görüntüleri ve sesleri, Sinem Babul ve Rabia Çetin, Tahir Elçi anısına hazırladıkları belgesel için çektiler veya topladılar. Çoğu görüntü, Diyarbakır Barosu arşivinden. İMC TV'den alınan da var. Fırat Alkış, hazırlanan belgesel için bir parça besteledi; ancak bazı kısımlarını kullanabildim. Filmin tasarımı ve kurgusu da haliyle bana ait.
Bu cesur ve yorulmak bilmez avukatın, bu iyi ve değerli insanın öldürülüşünün ilk yılında, Diyarbakır'daki anma gecesi başta, onun anısına düzenlenen çeşitli faaliyetlerde gösterilmek üzere, yâdetme, hatırlama, özlem giderme, özlemin giderilemeyecek oluşunu bir daha idrak etme, hazmetme; tanımayana, Tahir Elçi kimdir, o gidince neler eksik kaldı, ucundan kıyısından azıcık çıtlatma; velhâsıl yoksunluğu tarif etme ve paylaşma maksadıyla bir kısa film hazırladım.
Türkân Elçi, kendi yazdığı metni seslendirdi. Görüntüleri ve sesleri, Sinem Babul ve Rabia Çetin, Tahir Elçi anısına hazırladıkları belgesel için çektiler veya topladılar. Çoğu görüntü, Diyarbakır Barosu arşivinden. İMC TV'den alınan da var. Fırat Alkış, hazırlanan belgesel için bir parça besteledi; ancak bazı kısımlarını kullanabildim. Filmin tasarımı ve kurgusu da haliyle bana ait.
21 Kasım 2016 Pazartesi
İtirazımız var
#BenimdeİtirazımVar
Bu toprakların ortak sahibi olan bizler;
AKP, CHP, HDP, MHP ya da başka partilere oy veren
Türk, Kürt, Ermeni, Rum, Laz, Arap, Roman, Süryani, Müslüman, Hristiyan, Musevi, Sünni, Alevi,
inançlı, inançsız bütün yurttaşlar,
barış ve huzur içinde yaşayabileceğimiz bir ülke istiyoruz.
Savaş istemiyoruz, şehit istemiyoruz, çocuklarımızın ölmesini, öldürmesini,
birbirlerine silah çekmesini istemiyoruz.
Düşman cephelere bölünmek,
kardeşliğimizi, ortaklığımızı yitirmek istemiyoruz.
Ne darbe, ne vesayet. Ne diktatör, ne terör!
İşimizde gücümüzde, huzur içinde, özgür yaşamak istiyoruz.
Bu toprakların ortak sahibi olan bizler;
AKP, CHP, HDP, MHP ya da başka partilere oy veren
Türk, Kürt, Ermeni, Rum, Laz, Arap, Roman, Süryani, Müslüman, Hristiyan, Musevi, Sünni, Alevi,
inançlı, inançsız bütün yurttaşlar,
barış ve huzur içinde yaşayabileceğimiz bir ülke istiyoruz.
Savaş istemiyoruz, şehit istemiyoruz, çocuklarımızın ölmesini, öldürmesini,
birbirlerine silah çekmesini istemiyoruz.
Düşman cephelere bölünmek,
kardeşliğimizi, ortaklığımızı yitirmek istemiyoruz.
Ne darbe, ne vesayet. Ne diktatör, ne terör!
İşimizde gücümüzde, huzur içinde, özgür yaşamak istiyoruz.
9 Kasım 2016 Çarşamba
Trump’a kimler ne kadar oy verdi?
ABD başkanlık seçimleri dünyayı şok eden bir sonuç verdi: Irkçı, cinsiyetçi, terbiyesiz, yalancı, şımarık bir zengin dünyanın en güçlü devletinin başına geçti.
Amerikan basınında yeralan kamuoyu araştırmaları hepimizi yanılttı, ayrıca koskoca ABD devletinin böyle bir adama emanet edilmeyeceğine dair öngörülerimiz, yani “üst akıl”a bol keseden duyduğumuz “güven” boşa çıktı. Şahsen, Donald Trump’ın önünün bir şekilde kesileceğini, sevilmeyen bir siyasetçi olmasına rağmen Hillary Clinton’ın kazanacağını sanıyordum. Eş-dost sohbetlerinde Trump’ın imkânı yok kazanamayacağına dair laflar ettim, bu laflara muhatap kalmışlardan özür dilerim.
İç âlemini pek de iyi bilmediğimiz Amerikan toplumu hakkında, insanlık tarihinden uzay araştırmalarının derinliklerine her konuda söz söyleme yetkisine sahip kılınmış Türk köşeyazarı müessesesi mensupları başta, birçok insan atıp tutuyor. Nâçizâne, önce bir ne olduğunu anlayalım derdindeyim.
Aynı derdi paylaşanlar için, Alman gazetesi Süddeutsche Zeitung’un yayımladığı seçim sonrası kamuoyu araştırmasının sonuçlarını size aktaracağım.
(Aktaracaklarımla birlikte okumanız halinde tabloyu tamamlamaya yarayacak iki yazı:
Mehveş Evin, "Trump: Okumamışın okumuştan, taşranın şehirden intikamı"
Murat Sevinç, "İzmir, Antalya, Beşiktaş ve Kadıköy Clinton’a oy verdi...")
AZINLIKLAR • Trump alenen ırkçı. Fakat azınlıklardan ona oy verenler yok değil. Evet, azınlıklarda Demokratların ezici üstünlüğü var, ama ilgi çekici -veya tuhaf- olan, bu desteğin 2012’den bu yana gerilemiş olması.
2012’de siyahların % 93’ü Demokratlara oy vermiş, şimdi % 88’i. Cumhuriyetçilere oy veren siyah oranı ise 2012’den bu yana % 6’dan % 8’e çıkmış. 2012’de % 71’i Demokratları seçmiş olan Latinoların bu defa % 65’i Clinton’a oy atmış. % 6 daha düşük! Onca hakarete, duvar tehditlerine, aşağılamalara rağmen, Cumhuriyetçilere oy veren Latinoların oranı % 27’den % 29’a çıkmış. Asyalılardaki artış daha fazla: % 26’dan % 29’a. 2012’de Asyalıların % 73’ü Demokratlara oy atmış, şimdiyse % 65’i.
Amerikan basınında yeralan kamuoyu araştırmaları hepimizi yanılttı, ayrıca koskoca ABD devletinin böyle bir adama emanet edilmeyeceğine dair öngörülerimiz, yani “üst akıl”a bol keseden duyduğumuz “güven” boşa çıktı. Şahsen, Donald Trump’ın önünün bir şekilde kesileceğini, sevilmeyen bir siyasetçi olmasına rağmen Hillary Clinton’ın kazanacağını sanıyordum. Eş-dost sohbetlerinde Trump’ın imkânı yok kazanamayacağına dair laflar ettim, bu laflara muhatap kalmışlardan özür dilerim.
İç âlemini pek de iyi bilmediğimiz Amerikan toplumu hakkında, insanlık tarihinden uzay araştırmalarının derinliklerine her konuda söz söyleme yetkisine sahip kılınmış Türk köşeyazarı müessesesi mensupları başta, birçok insan atıp tutuyor. Nâçizâne, önce bir ne olduğunu anlayalım derdindeyim.
Aynı derdi paylaşanlar için, Alman gazetesi Süddeutsche Zeitung’un yayımladığı seçim sonrası kamuoyu araştırmasının sonuçlarını size aktaracağım.
(Aktaracaklarımla birlikte okumanız halinde tabloyu tamamlamaya yarayacak iki yazı:
Mehveş Evin, "Trump: Okumamışın okumuştan, taşranın şehirden intikamı"
Murat Sevinç, "İzmir, Antalya, Beşiktaş ve Kadıköy Clinton’a oy verdi...")
AZINLIKLAR • Trump alenen ırkçı. Fakat azınlıklardan ona oy verenler yok değil. Evet, azınlıklarda Demokratların ezici üstünlüğü var, ama ilgi çekici -veya tuhaf- olan, bu desteğin 2012’den bu yana gerilemiş olması.
2012’de siyahların % 93’ü Demokratlara oy vermiş, şimdi % 88’i. Cumhuriyetçilere oy veren siyah oranı ise 2012’den bu yana % 6’dan % 8’e çıkmış. 2012’de % 71’i Demokratları seçmiş olan Latinoların bu defa % 65’i Clinton’a oy atmış. % 6 daha düşük! Onca hakarete, duvar tehditlerine, aşağılamalara rağmen, Cumhuriyetçilere oy veren Latinoların oranı % 27’den % 29’a çıkmış. Asyalılardaki artış daha fazla: % 26’dan % 29’a. 2012’de Asyalıların % 73’ü Demokratlara oy atmış, şimdiyse % 65’i.
5 Kasım 2016 Cumartesi
Musul cephesinden haberler
Musul harekâtı konusunda Türk medyasında abartılı, çelişkili, birbirini tutmaz ve daha çok temenniye dayanan lakırdılar haber niyetine ardarda diziliyor. 5 Kasım akşamı itibarıyla vaziyete dair fikir verebilecek bazı olguları özetliyorum.
Irak ordusu, özel kuvvetleri, Irak polisi ve sıcak çatışmanın ne kadar yakınında/uzağında kaldıkları tam anlaşılamayan Amerikan özel kuvvetleri esas olarak şehrin doğusuna yükleniyor. Bu kuvvetler şehrin dış mahallelerindeki "İslâm Devleti" örgütü savunmasıyla birkaç yerde çatışıyor. Ve karşılaştıkları zorlu direnişe rağmen yavaş da olsa ilerliyorlar.
Irak ordusu, özel kuvvetleri, Irak polisi ve sıcak çatışmanın ne kadar yakınında/uzağında kaldıkları tam anlaşılamayan Amerikan özel kuvvetleri esas olarak şehrin doğusuna yükleniyor. Bu kuvvetler şehrin dış mahallelerindeki "İslâm Devleti" örgütü savunmasıyla birkaç yerde çatışıyor. Ve karşılaştıkları zorlu direnişe rağmen yavaş da olsa ilerliyorlar.
4 Kasım 2016 Cuma
4 Kasım şuursuzluk ve acımasızlık bayramı
Aşağıdaki fotoğrafın orijinalini Duvar'ın "HDP protestolarına polis müdahalesi" haberinden alıp kesip biçtim, üzerinde oynadım ve 4 Kasım'ın tasviri, belgesi olsun diye buraya koyuyorum. (Fotoğrafçı belirtilmemişti, bu yüzden adını zikredemedim, bildiren olursa hemen eklerim.)
4 Kasım ileride, akıl ve vicdanla donanmış, aydınlık bir Türkiye'de şuursuzluk, gaddarlık ve acımasızlık bayramı olarak kutlanacaktır muhtemelen. Türkiye'de yaşayan milyonlarca insanın bugününü, kimbilir kaç kuşağın yarınını ziyan ediyorlar, koca ülkeye yazık ediyorlar. Diyecek söz bulamıyorum.
4 Kasım ileride, akıl ve vicdanla donanmış, aydınlık bir Türkiye'de şuursuzluk, gaddarlık ve acımasızlık bayramı olarak kutlanacaktır muhtemelen. Türkiye'de yaşayan milyonlarca insanın bugününü, kimbilir kaç kuşağın yarınını ziyan ediyorlar, koca ülkeye yazık ediyorlar. Diyecek söz bulamıyorum.
Karımı nasıl dövüyorsam bombayı öyle atarım
Suudi Arabistan Krallığı’nın Birleşmiş Milletler temsilcisi, ülkesindeki rejimi, ülkesinden taşıp başka coğrafyalara da uzanan zihniyeti, “normal” kavramının izafîliğini ve kendi ahlâk âleminde büründüğü sevimliliği, insanın cibiliyetsizliğini, rezilliğini… hep birlikte ortaya koymayı başardı.
Büyükelçi Prens Abdullah el-Suud, on bin insanı öldürdükleri, binlerce insanın açlıktan ölecek hale gelmesine yolaçtıkları sersefil Yemen Harekâtı hakkında gazetecilerin sorularını cevapladı. The Intercept’in muhabiri, büyükelçiye, kullanımı yasaklanmış olan misket bombalarını atmaya son verip vermeyeceklerini sordu. El-Suud, -gülerek!- şöyle cevap verdi: “Bu, ‘Karınızı dövmeye son verecek misiniz?’ gibi bir soru.”
Muhabirler, muhtemelen yaşadıkları şoku atlattıktan sonra büyükelçiyi misket bombaları konusunda biraz daha sıkıştırdılar. El-Suud bunun üzerine de, “Siz siyasî operasyon elemanlarısınız,” dedi. “Ben siyasetçi değilim.”
Büyükelçi Prens Abdullah el-Suud, on bin insanı öldürdükleri, binlerce insanın açlıktan ölecek hale gelmesine yolaçtıkları sersefil Yemen Harekâtı hakkında gazetecilerin sorularını cevapladı. The Intercept’in muhabiri, büyükelçiye, kullanımı yasaklanmış olan misket bombalarını atmaya son verip vermeyeceklerini sordu. El-Suud, -gülerek!- şöyle cevap verdi: “Bu, ‘Karınızı dövmeye son verecek misiniz?’ gibi bir soru.”
Muhabirler, muhtemelen yaşadıkları şoku atlattıktan sonra büyükelçiyi misket bombaları konusunda biraz daha sıkıştırdılar. El-Suud bunun üzerine de, “Siz siyasî operasyon elemanlarısınız,” dedi. “Ben siyasetçi değilim.”
1 Kasım 2016 Salı
Aydın Abi bi tanedir
Cumhuriyet'e baskın, halihazırdaki iktidar koalisyonunun tuttuğu yolun nerelere uzanabileceğini gösteriyor. Bugünün gaddar güç sahipleri dahil kimsenin sağ salim sonuna ulaşabileceği bir yol değil bu. İşin siyasî boyutunu tartışabilir, öngörülerimizi ortaya sürebiliriz. Ama bir bir zulmün hedefi yapılan insanlarımız için dertlenirken, serinkanlılık gerektiren işlere girişmek kimsenin içinden gelmiyor.
Benim gibi, tanıyanlar, ayrıca, bu işleri Aydın Abi'siz yaparken çok sıkıntı çekeceklerdir. Üzüntü bir yana, onun özgürlüğünden yoksun, zor şartlarda bulunuşuna kafayı takmak bir yana, sıcaklığından, enerjisinden, hak-adalet mücadelesini herhangi bir insanın en sıradan gündelik davranışı suretine büründürmüş oluşunun rahatlatıcı tesirinden yoksun kalmak insanı sarsar. Sağlığıyla ilgili mücadeleler verdi yakın zamanda. Kendini etrafa yük etmeden. En sıkışık zamanda en dar yeri gülümsemesiyle genişletebilir.
19 Ocak anmalarından birinde Halil Ergün, "Ne zaman bir protesto, direniş veya mücadele için biryerlere gitsem," demişti, "hep Aydın'ın sırtını gördüğümde kendimi güvende hissettim. Çünkü onun peşinden gidiyorsam doğru bir yerde olduğumu, haklı bir iş yaptığımı bildim." Aydın Abi, yanlış anlaşılmasın, haykırarak kitleleri peşinden sürükleyen çelik gibi lider karakterinin vücut bulmuş hali değildir. Aydın Abi, Aydın Abi'dir; yanlış yapabilen, abilik taslamayan, bunu aklından bile geçirmediğini her an hissettiğin bir dost adam: Gülüşürsün, espriyi, hınzırlığı, gülmeyi sever; tartışırsın, akıllar fikirler yürütmeyi, tartışmayı sever; beraber yollar bulursun, beraberliği, dayanışmayı, kolektifliği sever; anlaşamadığında anlaşamazsın, sevgisini buna karıştırmaz, neyse odur, kandırmaz. Demokrasi ve çoğulculuk fikrini, ruhunu sindirmiş, benimsemiş, hayat ve mücadele ölçüsü kılmış ender Türkiyeli'lerdendir.
Yakın arkadaşları, dostları, bizler için ne ifade ettiğini kısa yoldan anlatmaya kalktım, o kadar çok şey söylemek gerekti ki, anca "Aydın Abi bi tanedir" diye tweet atabildim. (Onun üzerine de toplumumuzun lağım tabakasından bin türlü küfür-hakaret yağdı.) Burada da bunu tekrarlamak istedim. Cumhuriyet baskınında gözaltına alınan başka ahbaplarıma, tanıdıklarıma da buradan selamlarımı göndereyim. Bilesiniz ki aklımız sizde. Kabul edilemez haksızlıklar telafi edilemez felaketlere dönüşmeden bu cinnet halinin bir an önce yatışmasını ve hepinizin serbest bırakılmasını diliyorum.
Benim gibi, tanıyanlar, ayrıca, bu işleri Aydın Abi'siz yaparken çok sıkıntı çekeceklerdir. Üzüntü bir yana, onun özgürlüğünden yoksun, zor şartlarda bulunuşuna kafayı takmak bir yana, sıcaklığından, enerjisinden, hak-adalet mücadelesini herhangi bir insanın en sıradan gündelik davranışı suretine büründürmüş oluşunun rahatlatıcı tesirinden yoksun kalmak insanı sarsar. Sağlığıyla ilgili mücadeleler verdi yakın zamanda. Kendini etrafa yük etmeden. En sıkışık zamanda en dar yeri gülümsemesiyle genişletebilir.
19 Ocak anmalarından birinde Halil Ergün, "Ne zaman bir protesto, direniş veya mücadele için biryerlere gitsem," demişti, "hep Aydın'ın sırtını gördüğümde kendimi güvende hissettim. Çünkü onun peşinden gidiyorsam doğru bir yerde olduğumu, haklı bir iş yaptığımı bildim." Aydın Abi, yanlış anlaşılmasın, haykırarak kitleleri peşinden sürükleyen çelik gibi lider karakterinin vücut bulmuş hali değildir. Aydın Abi, Aydın Abi'dir; yanlış yapabilen, abilik taslamayan, bunu aklından bile geçirmediğini her an hissettiğin bir dost adam: Gülüşürsün, espriyi, hınzırlığı, gülmeyi sever; tartışırsın, akıllar fikirler yürütmeyi, tartışmayı sever; beraber yollar bulursun, beraberliği, dayanışmayı, kolektifliği sever; anlaşamadığında anlaşamazsın, sevgisini buna karıştırmaz, neyse odur, kandırmaz. Demokrasi ve çoğulculuk fikrini, ruhunu sindirmiş, benimsemiş, hayat ve mücadele ölçüsü kılmış ender Türkiyeli'lerdendir.
Yakın arkadaşları, dostları, bizler için ne ifade ettiğini kısa yoldan anlatmaya kalktım, o kadar çok şey söylemek gerekti ki, anca "Aydın Abi bi tanedir" diye tweet atabildim. (Onun üzerine de toplumumuzun lağım tabakasından bin türlü küfür-hakaret yağdı.) Burada da bunu tekrarlamak istedim. Cumhuriyet baskınında gözaltına alınan başka ahbaplarıma, tanıdıklarıma da buradan selamlarımı göndereyim. Bilesiniz ki aklımız sizde. Kabul edilemez haksızlıklar telafi edilemez felaketlere dönüşmeden bu cinnet halinin bir an önce yatışmasını ve hepinizin serbest bırakılmasını diliyorum.
27 Ekim 2016 Perşembe
Beyaz Saray'a göre öyle bir mevzu geçmemiş
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Ankara'nın ordusu ve desteklediği silahlı gruplar marifetiyle Suriye'de girişeceği operasyonlara dair net konuştu. Erdoğan, önce El-Bab'a yürüneceğini, Menbic'ten YPG'nin çıkmaması halinde oraya girileceğini, El-Bab harekâtının Rakka'ya uzanacağını ileri sürdü. Başbakan Binali Yıldırım ve Millî Savunma Bakanı Fikri Işık da bu iddiaları destekler mahiyette sözler ettiler.
Söylenenlere bakarsak, ortada bir harekât planı var, ötesi berisi düşünülmüş; üstelik Ankara mevcut şartlarda bu planı uygulayabilecek ilişkileri kurmuş, onayları almış veya, dahası, bunu tek başına uygulayabilecek kudret ve imkâna sahip.
Cumhurbaşkanı ayrıca, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin sanki yarın sabah kalkışacağı bu harekâta ilişkin sözkonusu plandan ABD Başkanı'nı da haberdar ettiğini açıkladı. Erdoğan telefonla görüştüğü Obama'ya bunları söylemiş. Obama ne cevap vermiş? "Buyurun tabiî, durduğunuz kabahat" mi demiş? Veya, "katiyen olmaz" diye itiraz mı etmiş? Bilmiyoruz. Cumhurbaşkanı açıklamadı.
Beyaz Saray'a bakılırsa açıklayamazmış zaten. Zira Erdoğan bize "ona söyledim" dediği şeylerden Obama'ya sözetmemiş, Foreign Policy'nin aktardığına göre. Beyaz Saray'dan sözkonusu telefon görüşmesine dair yapılan açıklama, "El-Bab'a gireriz, Menbic'ten çıkarız, sonra ver elini Rakka" yollu hiçbir şey içermiyor. Bunlar konuşulduğu halde Beyaz Saray "o mevzu geçmedi" der mi?
Söylenenlere bakarsak, ortada bir harekât planı var, ötesi berisi düşünülmüş; üstelik Ankara mevcut şartlarda bu planı uygulayabilecek ilişkileri kurmuş, onayları almış veya, dahası, bunu tek başına uygulayabilecek kudret ve imkâna sahip.
Cumhurbaşkanı ayrıca, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin sanki yarın sabah kalkışacağı bu harekâta ilişkin sözkonusu plandan ABD Başkanı'nı da haberdar ettiğini açıkladı. Erdoğan telefonla görüştüğü Obama'ya bunları söylemiş. Obama ne cevap vermiş? "Buyurun tabiî, durduğunuz kabahat" mi demiş? Veya, "katiyen olmaz" diye itiraz mı etmiş? Bilmiyoruz. Cumhurbaşkanı açıklamadı.
Beyaz Saray'a bakılırsa açıklayamazmış zaten. Zira Erdoğan bize "ona söyledim" dediği şeylerden Obama'ya sözetmemiş, Foreign Policy'nin aktardığına göre. Beyaz Saray'dan sözkonusu telefon görüşmesine dair yapılan açıklama, "El-Bab'a gireriz, Menbic'ten çıkarız, sonra ver elini Rakka" yollu hiçbir şey içermiyor. Bunlar konuşulduğu halde Beyaz Saray "o mevzu geçmedi" der mi?
21 Ekim 2016 Cuma
Fırat Kalkanı, Kürtlere yöneldi,
yeni "hava krizi" kapıda
Fırat Kalkanı Harekâtı'nın amaçları konusu gün geçtikçe ilginç boyutlar kazanıyor. Esas hedef "güvenli bölge" oluşturmaksa amaçların bulanıklaştığını, yok eğer, bütün maksat Kürtlerin etkinlik alanını kısıtlamaksa bunların giderek netleştiğini söyleyebiliriz. Şu anda görünür gündelik somut hedef, öyle anlaşılıyor ki, YPG ağırlıklı Suriye Demokratik Güçleri'nin (SDG) ilerleyişini durdurmak ve onlara olabildiğince fazla zayiat verdirmek. TSK desteğinde hareket eden Suriyeli silahlı muhalif grupların bu şekilde, ülkeleriyle ilgili hedeflerini bir yana bırakıp bütünüyle Ankara'nın gündelik askerî hedeflerine tâbi davranmaları başlı başına ilgi çekici bir mevzu, o da ayrı.
[ EK / 17:30 / FIRAT KALKANI'YLA HALEP'E DOĞRU MU? • Ankara'nın desteklediği silahlı gruplardan Nureddin el-Zengi Tugayları ve Feylak el-Şam, hem de Fırat Kalkanı Harekâtı'nı ismen zikrederek, "yeni safha"ya geçileceğini, Suriye ordusunu kuşattığı Doğu Halep'ten püskürteceklerini ileri sürdüler. TSK destekli grupların, Fırat Kalkanı ile ele geçirilmiş bölgeden hareket edip Suriye ordusuyla çarpışmaya girmesi halinde neler olur, düşünmek bile ürpertici. Üstelik böyle bir harekâtın, İdlib'den Fetih Ordusu'nun Halep'e doğru girişeceği bir operasyonla birlikte yürütüleceği iddiaları da var. Kimileri, böyle bir durumda Türk ordusunun Halep'e ilerleyecek ÖSO'cuları açıktan desteklemeyeceğini söylüyor. Ancak bu, Ankara'yı işin dışında tutmaya yetecek mi? Provokasyonun bu kadarı göze alınacak mı? ]
ŞAM'IN UYARISI, MOSKOVA'NIN TAVRI • 19-20 Ekim gecesi, gözde medya tabiriyle "bir ilk yaşandı", Türk jetleri ve topçusu, Fırat Kalkanı Harekâtı'nın başlamasından bu yana ilk defa Efrin Kantonu'nu, SDG güçlerini doğrudan hedef aldı. Böylece TC savaş uçakları Suriye hava sahasına "DAİŞ'le mücadele" ile alâkası olmayan bir sebeple girmiş oldu. Şam yönetimi, bunun tekrarlanmasına izin verilmeyeceğini ilan etti, hava sahasına izinsiz giren savaş uçaklarını "eldeki bütün imkânları kullanarak düşüreceğini" duyurdu. Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov da, "Türk Hava Kuvvetleri'nin Suriye'nin kuzey bölgelerinde düzenlediği söylenen hava saldırıları nedeniyle çok endişeliyiz", dedi. "Anladığıma göre bu saldırılar Kürtlerin yaşadığı bölgelere düzenleniyor." Lavrov'a Şam'ın "bir daha girerlerse düşürürüz" tehdidini de sordular, "Suriye egemen bir devlet" cevabını verdi.
SDG'Yİ DURDURMA • 19-20 Ekim gecesi havadan ve karadan bombalanan yerlerde SDG'nin ne kadar kayıp verdiğine dair rakamlar aşırı derecede farklı. Ankara'ya göre 160-200 arası "YPG-PKK savaşçısı" öldü, SDG'ye göreyse can kaybı 10'dan fazla değil. (Suriye İnsan Hakları Gözlemevi'ne -uluslararası kısaltması SOHR- göre 11 kişi.) Ancak binaların, yerleşim yerlerinin (köylerin) bombalanması, elbette SDG güçleri için ekstra alarm durumu yaratıyor. Daha önemlisi, El-Bab'a doğru giriştikleri harekâta sekte vuruyor. Öte yandan, Türk Silahlı Kuvvetleri ve desteklediği ÖSO kuvvetlerinin de El-Bab'a doğru kayda değer bir ilerlemesi görülmüyor. Bunlar daha çok SDG'yi durdurmaya ve Efrin Kantonu'ndaki çeşitli yerleri bombalamaya -veya almaya- çalışıyorlar.
Bugünkü gelişmeler
O gece yaşananları haritalı olarak aktarmaya çalışmıştım. Bugünkü yeni haritada, TSK ile ÖSO'nun 21 Ekim günü hedef aldığı yerler, ilaveten, SDG'nin harekâtına dair bir-iki ayrıntı yeralıyor.
TSK+ÖSO ATAKLARI • Tel Rıfat, üç gün önce ÖSO'nun "askerî bölge" ilan edip SDG'den boşaltmasını istediği büyük köy. Bugün TSK buraya topçu ateşi açtı. ÖSO'nun elindeki Mare'nin hemen batısında bulunan Şeyh İsa da hem TSK hem ÖSO tarafından top ateşiyle hedef alındı. Ümmü Hoş, Hasecik ve Ümmü Kura, dün Türk uçaklarınca havadan vurulan yerler. İlk ikisi bugün de vuruldu. Hasecik, karadan karaya füzelerle, Ümmü Hoş Howitzer toplarıyla. Ümmü Hoş ile Şeyh İsa arasındaki Harbul (Herbul? Herbel?) da yoğun olarak hedef alındı. Burada bir YPG konvoyuna da top ateşi açıldığı ileri sürüldü. YPG, bir savaşçının öldüğünü açıkladı. SOHR'a göre TSK, SDG ve Kürt mevzilerine 70 roket attı. Son haberler/iddialar ise, ÖSO güçlerinin Efrin'in uzantısı durumundaki sarı bölgeye doğru araç konvoylarıyla harekete geçtikleri yolunda (bunlar henüz teyit edilmedi).
SDG HAREKÂTI • SDG'nin El-Bab'a doğru giriştiği harekâtın ilk hedefinin haritada rengi koyultulmuş oval alanla yaklaşık olarak gösterdiğim tepeleri ele geçirmek olduğu söyleniyor. SDG burayı alırsa, artık Efrin'in uzantısı haline gelmiş sarı bölge ile Suriye ordusunun elindeki bölge arasındaki kalacak "İslâm Devleti" örgütü (DAİŞ-IŞİD) güçlerini kıskaca almış, kuşatmış olacak. O bölgedeki Piyade Okulu'nda İD'in önemli bir komuta merkezinin olduğuna dair bilgi kırıntıları ortalıkta dolaştı. Tepelerin El-Bab'a yönelik operasyonlar açısından da kritik olduğu belirtiliyor.
(Belirtmem gereksiz ki, bu bilgileri özellikle askerî açıdan teyit etme, değerlendirme şansım ve bunun için yeterli donanımım yok; işten anlayan birileri yorumlayabilir diye aktarıyorum.)
[ EK / 18:05 / Bianet'in şu haberinde güzel bir toparlama ve ilgili pek çok habere linkler var. ]
[ EK / 17:30 / FIRAT KALKANI'YLA HALEP'E DOĞRU MU? • Ankara'nın desteklediği silahlı gruplardan Nureddin el-Zengi Tugayları ve Feylak el-Şam, hem de Fırat Kalkanı Harekâtı'nı ismen zikrederek, "yeni safha"ya geçileceğini, Suriye ordusunu kuşattığı Doğu Halep'ten püskürteceklerini ileri sürdüler. TSK destekli grupların, Fırat Kalkanı ile ele geçirilmiş bölgeden hareket edip Suriye ordusuyla çarpışmaya girmesi halinde neler olur, düşünmek bile ürpertici. Üstelik böyle bir harekâtın, İdlib'den Fetih Ordusu'nun Halep'e doğru girişeceği bir operasyonla birlikte yürütüleceği iddiaları da var. Kimileri, böyle bir durumda Türk ordusunun Halep'e ilerleyecek ÖSO'cuları açıktan desteklemeyeceğini söylüyor. Ancak bu, Ankara'yı işin dışında tutmaya yetecek mi? Provokasyonun bu kadarı göze alınacak mı? ]
ŞAM'IN UYARISI, MOSKOVA'NIN TAVRI • 19-20 Ekim gecesi, gözde medya tabiriyle "bir ilk yaşandı", Türk jetleri ve topçusu, Fırat Kalkanı Harekâtı'nın başlamasından bu yana ilk defa Efrin Kantonu'nu, SDG güçlerini doğrudan hedef aldı. Böylece TC savaş uçakları Suriye hava sahasına "DAİŞ'le mücadele" ile alâkası olmayan bir sebeple girmiş oldu. Şam yönetimi, bunun tekrarlanmasına izin verilmeyeceğini ilan etti, hava sahasına izinsiz giren savaş uçaklarını "eldeki bütün imkânları kullanarak düşüreceğini" duyurdu. Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov da, "Türk Hava Kuvvetleri'nin Suriye'nin kuzey bölgelerinde düzenlediği söylenen hava saldırıları nedeniyle çok endişeliyiz", dedi. "Anladığıma göre bu saldırılar Kürtlerin yaşadığı bölgelere düzenleniyor." Lavrov'a Şam'ın "bir daha girerlerse düşürürüz" tehdidini de sordular, "Suriye egemen bir devlet" cevabını verdi.
SDG'Yİ DURDURMA • 19-20 Ekim gecesi havadan ve karadan bombalanan yerlerde SDG'nin ne kadar kayıp verdiğine dair rakamlar aşırı derecede farklı. Ankara'ya göre 160-200 arası "YPG-PKK savaşçısı" öldü, SDG'ye göreyse can kaybı 10'dan fazla değil. (Suriye İnsan Hakları Gözlemevi'ne -uluslararası kısaltması SOHR- göre 11 kişi.) Ancak binaların, yerleşim yerlerinin (köylerin) bombalanması, elbette SDG güçleri için ekstra alarm durumu yaratıyor. Daha önemlisi, El-Bab'a doğru giriştikleri harekâta sekte vuruyor. Öte yandan, Türk Silahlı Kuvvetleri ve desteklediği ÖSO kuvvetlerinin de El-Bab'a doğru kayda değer bir ilerlemesi görülmüyor. Bunlar daha çok SDG'yi durdurmaya ve Efrin Kantonu'ndaki çeşitli yerleri bombalamaya -veya almaya- çalışıyorlar.
Bugünkü gelişmeler
O gece yaşananları haritalı olarak aktarmaya çalışmıştım. Bugünkü yeni haritada, TSK ile ÖSO'nun 21 Ekim günü hedef aldığı yerler, ilaveten, SDG'nin harekâtına dair bir-iki ayrıntı yeralıyor.
TSK+ÖSO ATAKLARI • Tel Rıfat, üç gün önce ÖSO'nun "askerî bölge" ilan edip SDG'den boşaltmasını istediği büyük köy. Bugün TSK buraya topçu ateşi açtı. ÖSO'nun elindeki Mare'nin hemen batısında bulunan Şeyh İsa da hem TSK hem ÖSO tarafından top ateşiyle hedef alındı. Ümmü Hoş, Hasecik ve Ümmü Kura, dün Türk uçaklarınca havadan vurulan yerler. İlk ikisi bugün de vuruldu. Hasecik, karadan karaya füzelerle, Ümmü Hoş Howitzer toplarıyla. Ümmü Hoş ile Şeyh İsa arasındaki Harbul (Herbul? Herbel?) da yoğun olarak hedef alındı. Burada bir YPG konvoyuna da top ateşi açıldığı ileri sürüldü. YPG, bir savaşçının öldüğünü açıkladı. SOHR'a göre TSK, SDG ve Kürt mevzilerine 70 roket attı. Son haberler/iddialar ise, ÖSO güçlerinin Efrin'in uzantısı durumundaki sarı bölgeye doğru araç konvoylarıyla harekete geçtikleri yolunda (bunlar henüz teyit edilmedi).
SDG HAREKÂTI • SDG'nin El-Bab'a doğru giriştiği harekâtın ilk hedefinin haritada rengi koyultulmuş oval alanla yaklaşık olarak gösterdiğim tepeleri ele geçirmek olduğu söyleniyor. SDG burayı alırsa, artık Efrin'in uzantısı haline gelmiş sarı bölge ile Suriye ordusunun elindeki bölge arasındaki kalacak "İslâm Devleti" örgütü (DAİŞ-IŞİD) güçlerini kıskaca almış, kuşatmış olacak. O bölgedeki Piyade Okulu'nda İD'in önemli bir komuta merkezinin olduğuna dair bilgi kırıntıları ortalıkta dolaştı. Tepelerin El-Bab'a yönelik operasyonlar açısından da kritik olduğu belirtiliyor.
(Belirtmem gereksiz ki, bu bilgileri özellikle askerî açıdan teyit etme, değerlendirme şansım ve bunun için yeterli donanımım yok; işten anlayan birileri yorumlayabilir diye aktarıyorum.)
[ EK / 18:05 / Bianet'in şu haberinde güzel bir toparlama ve ilgili pek çok habere linkler var. ]
20 Ekim 2016 Perşembe
19-20 Ekim - Suriye, TC sınırı, Efrin
19 Ekim Çarşamba'yı 20'sine bağlayan gece Türkiye-Suriye sınırı ve az ötesinde bugüne kadarki en yüksek askerî hareketliliğe sahne oldu. Türk Silahlı Kuvvetleri, YPG ağırlıklı Suriye Demokratik Güçleri'ni (SDG) doğrudan hedef aldı, TSK destekli ÖSO'cularla SDG bünyesindeki Ceyş el-Suvar ve YPG arasında çatışmalar çıktı. Türk jetleri SDG ve YPG mevzilerini, ayrıca Efrin Kantonu'nda çeşitli yerleri vurdu. Buna karşılık SDG, El-Bab'ı hedeflediği anlaşılan ilerlemesini sürdürdü. SDG'nin ele geçirdiği birkaç köy de hem jetler hem topçu tarafından vuruldu. Bir de, Türk askerlerinin tanklar ve iş makineleriyle Suriye'ye girip güvenli sınır kapısı açma operasyonu var.
Aşağıdaki haritada numaraladığım yerlere göre madde madde aktaracağım.
1 / Türkiye'de Kuşaklı civarı, karşısında Suriye'de Akrabat var. 50 kadar Türk askeri buraya tanklar ve iş makineleriyle girdi, yerel halka, içeriye doğru ilerlemeyecekleri, inşaat işini bitirip çıkacakları yolunda güvence verdiler ve belli ki özel amaçlarla kullanılacak bir sınır kapısı inşa etmeye giriştiler. Bazı kaynaklar Türkiye'nin buradan da askerî harekâta kalkışacağını ileri sürdü, ama inşaat versiyonu geçerli gibi duruyor. Buranın hemen kuzeyinde Atme var; yani "İslâm Devleti" örgütünün iki ayrı bombalı saldırıda 40-50 kişi öldürdüğü yer. Çoğunlukla silahlı grupların elemanlarının barındığı bir mülteci kampının da bulunduğu Atme'nin güvenliğinin sağlanmasından umut kesilmiş olmalı ki, biraz ötesinde böyle bir işe kalkışılmış.
2 / Efrin'in Cindires ilçesine bağlı Der Belût köyü. Türk topçusu geceyarısından sonra buraya 13 atış yaptı. Burada ne vardı, niye burası vuruldu, henüz bilmiyoruz. Aynı ilçede Hemam ve Mele Xelil köylerine de Türkiye'den topçu atışı yapıldı.
3 / Raco ilçesine bağlı Meydan-Ekbis. Türk topçusu yine geceyarısından sonra burayı da vurdu. Efrin'in bu bölgelerinin Fırat Kalkanı Harekâtı ile ilk bakışta alâkası yok. Ama yoksa "sınır güvenliği" denirken Efrin Kantonu'nu kısmen yok etmek de mi hedefleniyor?
4 / Tel Rıfat. ÖSO'cular dün burayı "askerî bölge" ilan ettiler, bugün de topa tuttular. SDG bünyesindeki Ceyş el-Suvar, karşılık verileceğini, top atışının yapıldığı yerlerin hedef alınacağını duyurdu. Gece, Türk topçusu burayı da Fırtına obüsleriyle vurdu.
5 / SDG, doğuya, El-Bab'a (6) doğru ilerlemeye çalışıyor. TSK'nın atakları bu ilerleyişi durdurmayı amaçlıyor. 5 no'lu dairenin civarındaki çeşitli yerleri SDG aldı, Türk Hava Kuvvetleri de buraları defalarca vurdu. Ümmül Hoş ve el-Hasiyye'ye 12 hava akını yapıldığı ileri sürüldü. Ümmül Kura'da TSK jetleri Ceyş el-Suvar kuvvetlerini bombaladı. Fiilen bu durum, SDG ile TSK+ÖSO'nun, İD'in çekildiği her yer için kapışması demek.
6 / El-Bab. Henüz İD'in elinde. TSK ile ÖSO buraya yaklaşık 10 km uzaklıkta. Şimdi SDG (YPG) de yaklaşık aynı mesafede.
Olan bitenin bir kısmı, "El-Bab yarışı"nın gerekleri gibi duruyor ve savaşın akışı içerisinde olağan sayılabilir. Tabiî bu, sonuçları da mâkûl sınırlar içinde kalacak anlamına gelmiyor. Yeni düşmanlıklara, trajedilere kapı açılıyor. Yeni sınır kapısı inşaatı ise, varolanın güvenliğinin sağlanamayışına işaret ettiğinden, sınırda denetlenemeyen, önlenemeyen İD eylemlerinin bundan böyle hep mümkün olacağına delalet. Efrin'e yönelik bombalamaların amacı ve yolaçabilecekleriyse şimdilik meçhul. Türkiye'nin Efrin'le upuzun bir sınırı paylaştığı düşünülürse, bunlar hiç hayra alâmet değil. Gerek görülen her durumda Suriye topraklarına dalınmasının da muhtemelen ilave tatsız yankıları olacaktır.
[ EK / 20 EKİM / 14.25 / Şurada da ek bilgiler var. ]
Aşağıdaki haritada numaraladığım yerlere göre madde madde aktaracağım.
1 / Türkiye'de Kuşaklı civarı, karşısında Suriye'de Akrabat var. 50 kadar Türk askeri buraya tanklar ve iş makineleriyle girdi, yerel halka, içeriye doğru ilerlemeyecekleri, inşaat işini bitirip çıkacakları yolunda güvence verdiler ve belli ki özel amaçlarla kullanılacak bir sınır kapısı inşa etmeye giriştiler. Bazı kaynaklar Türkiye'nin buradan da askerî harekâta kalkışacağını ileri sürdü, ama inşaat versiyonu geçerli gibi duruyor. Buranın hemen kuzeyinde Atme var; yani "İslâm Devleti" örgütünün iki ayrı bombalı saldırıda 40-50 kişi öldürdüğü yer. Çoğunlukla silahlı grupların elemanlarının barındığı bir mülteci kampının da bulunduğu Atme'nin güvenliğinin sağlanmasından umut kesilmiş olmalı ki, biraz ötesinde böyle bir işe kalkışılmış.
2 / Efrin'in Cindires ilçesine bağlı Der Belût köyü. Türk topçusu geceyarısından sonra buraya 13 atış yaptı. Burada ne vardı, niye burası vuruldu, henüz bilmiyoruz. Aynı ilçede Hemam ve Mele Xelil köylerine de Türkiye'den topçu atışı yapıldı.
3 / Raco ilçesine bağlı Meydan-Ekbis. Türk topçusu yine geceyarısından sonra burayı da vurdu. Efrin'in bu bölgelerinin Fırat Kalkanı Harekâtı ile ilk bakışta alâkası yok. Ama yoksa "sınır güvenliği" denirken Efrin Kantonu'nu kısmen yok etmek de mi hedefleniyor?
4 / Tel Rıfat. ÖSO'cular dün burayı "askerî bölge" ilan ettiler, bugün de topa tuttular. SDG bünyesindeki Ceyş el-Suvar, karşılık verileceğini, top atışının yapıldığı yerlerin hedef alınacağını duyurdu. Gece, Türk topçusu burayı da Fırtına obüsleriyle vurdu.
5 / SDG, doğuya, El-Bab'a (6) doğru ilerlemeye çalışıyor. TSK'nın atakları bu ilerleyişi durdurmayı amaçlıyor. 5 no'lu dairenin civarındaki çeşitli yerleri SDG aldı, Türk Hava Kuvvetleri de buraları defalarca vurdu. Ümmül Hoş ve el-Hasiyye'ye 12 hava akını yapıldığı ileri sürüldü. Ümmül Kura'da TSK jetleri Ceyş el-Suvar kuvvetlerini bombaladı. Fiilen bu durum, SDG ile TSK+ÖSO'nun, İD'in çekildiği her yer için kapışması demek.
6 / El-Bab. Henüz İD'in elinde. TSK ile ÖSO buraya yaklaşık 10 km uzaklıkta. Şimdi SDG (YPG) de yaklaşık aynı mesafede.
Olan bitenin bir kısmı, "El-Bab yarışı"nın gerekleri gibi duruyor ve savaşın akışı içerisinde olağan sayılabilir. Tabiî bu, sonuçları da mâkûl sınırlar içinde kalacak anlamına gelmiyor. Yeni düşmanlıklara, trajedilere kapı açılıyor. Yeni sınır kapısı inşaatı ise, varolanın güvenliğinin sağlanamayışına işaret ettiğinden, sınırda denetlenemeyen, önlenemeyen İD eylemlerinin bundan böyle hep mümkün olacağına delalet. Efrin'e yönelik bombalamaların amacı ve yolaçabilecekleriyse şimdilik meçhul. Türkiye'nin Efrin'le upuzun bir sınırı paylaştığı düşünülürse, bunlar hiç hayra alâmet değil. Gerek görülen her durumda Suriye topraklarına dalınmasının da muhtemelen ilave tatsız yankıları olacaktır.
[ EK / 20 EKİM / 14.25 / Şurada da ek bilgiler var. ]
16 Ekim 2016 Pazar
Dabık'ın kaybı - İD militanı neler diyor?
George Washington Üniversitesi'nde cihatçılık, yabancı savaşçılar ve din sosyolojisi üzerine çalışmış Twitter kullanıcısı Amarnath Amarasingam (@AmarAmarasingam), bağlantı kurduğu bir "İslâm Devleti" örgütü militanına, Dabık'ın düşmesi üzerine neler düşündüğünü sordu. Militanın cevaplarını aktaracağım.
Pek çok yerde yazıldı çizildi, ben de kısaca anlattım, Türkiye sınırına yaklaşık 10 km mesafedeki 3500 nüfuslu Dabık köyü, muhtemelen uydurulmuş bir hadise dayanılarak, İD tarafından, "Kıyamet'ten önceki son savaş"ın cereyan edeceği yer olarak takdim ediliyordu. Ve örgüte özellikle Batı'dan yabancı savaşçı akınında, Kıyamet'ten önceki son savaşta şehit olma arzusu muazzam etkili bir cezbedici motif olarak rol oynamıştı. O kadar ki, İD'in 1400 yıllık İslâm tarihi ve kültüründen seçe seçe dergisine koyduğu isim, Dabık'tı (Dabiq).
Pek çok yerde yazıldı çizildi, ben de kısaca anlattım, Türkiye sınırına yaklaşık 10 km mesafedeki 3500 nüfuslu Dabık köyü, muhtemelen uydurulmuş bir hadise dayanılarak, İD tarafından, "Kıyamet'ten önceki son savaş"ın cereyan edeceği yer olarak takdim ediliyordu. Ve örgüte özellikle Batı'dan yabancı savaşçı akınında, Kıyamet'ten önceki son savaşta şehit olma arzusu muazzam etkili bir cezbedici motif olarak rol oynamıştı. O kadar ki, İD'in 1400 yıllık İslâm tarihi ve kültüründen seçe seçe dergisine koyduğu isim, Dabık'tı (Dabiq).
14 Ekim 2016 Cuma
İD bu defa da Azez'de "beliriverdi"
"İslâm Devleti" örgütü (DAİŞ-IŞİD), Türk Silahlı Kuvvetleri desteğindeki Suriyeli silahlı grupların denetiminde bulunan Azez'de bombalı araç saldırısı yaptı; ölü sayısını kimi haberler on beş, kimileri otuz gösteriyor, "düzinelerce" de yaralı var. Saldırı mahalli, "Azez'in kuzeyindeki Nedim benzin istasyonu yakınları" diye tarif ediliyor. Yani Türkiye toprakları ile Azez arasında bir yerde. Burada ÖSO'cuların kontrol noktası varmış. DHA'nın haberine göre, saldırı ABD askerlerinin aracı geçerken yapılmış ve ölenler arasında ABD askerleri de var.
Yine aynı meşum soruyla karşı karşıyayız. Daha önce İD'in Atme'de gerçekleştirdiği iki saldırıda da bu soru ortada bütün haşmetiyle duruyordu ve cevapsız kalmıştı. Saldırıyı yapan İD militanları gayet sıkı denetim altındaki topraklardan geçerek buralara nasıl geliyorlar? Yoksa zaten bir şekilde oradalar mı? Lütfen bakınız: Atme'de ikinci saldırı - İD neden bu kadar becerikli? (Burada ilgili başka yazılarıma da linkler var.)
Öncüpınar-Bab el-Selam sınır kapısının Azez'e uzaklığı 4-5 km. İD'in elindeki en yakın toprak parçasının Azez'e uzaklığı yaklaşık 13 km. Bir tarafta Türk ordusunun denetimindeki sınır kapısı, hemen yanda Kürtlerin Efrin kantonu ve tetikteki YPG. Saldırının yapıldığı yerde zaten TSK destekli ÖSO'cular kol geziyor. Israrla soruyoruz: Nasıl oluyor da oluyor? Kimse cevap vermiyor, oralı olmuyor, bu da akla gelen pis ihtimalleri güçlendiriyor.
Bu patlamalar, katliamlar, sınırın ötesinde olsa da artık Türkiye'deki hayatın parçaları. Bu saldırıdan sonra da yaralılar Kilis Devlet Hastanesi’ne getirildi, meselâ. DHA'nın Kilis kaynaklı haberinde, "Sınır hattındaki güvenlik önlemleri artırıldı," deniyor. Niye acaba? Ve: şimdi artırıldı ise patlama öncesinde nasılmış?
Suriye'deki harekâta ilişkin gelişmelerin "aldık, ezdik, geçtik, bitirdik" tantanalarıyla aktarılmasının ne kadar yanlış ve ayıp olduğu bininci defa ortaya çıktı. İD'in birtakım topraklardan çekilip buraları TSK+ÖSO'culara bırakması, oraların alındığı, "temizlendiği", bir daha kimsenin oralara bulaşmayacağı anlamına gelmiyor. İD'çiler mütemadiyen biryerlerden çıkıp bu tarz katliamlar yapabiliyorlar. Belli ki bunlara önceden hazırlanmışlar, "Fırat Kalkanı" bunları önlemek üzere geliştirilmiş etkili tedbirler içeriyor mu, görülüyor ki pek şüpheli.
Yine aynı meşum soruyla karşı karşıyayız. Daha önce İD'in Atme'de gerçekleştirdiği iki saldırıda da bu soru ortada bütün haşmetiyle duruyordu ve cevapsız kalmıştı. Saldırıyı yapan İD militanları gayet sıkı denetim altındaki topraklardan geçerek buralara nasıl geliyorlar? Yoksa zaten bir şekilde oradalar mı? Lütfen bakınız: Atme'de ikinci saldırı - İD neden bu kadar becerikli? (Burada ilgili başka yazılarıma da linkler var.)
Öncüpınar-Bab el-Selam sınır kapısının Azez'e uzaklığı 4-5 km. İD'in elindeki en yakın toprak parçasının Azez'e uzaklığı yaklaşık 13 km. Bir tarafta Türk ordusunun denetimindeki sınır kapısı, hemen yanda Kürtlerin Efrin kantonu ve tetikteki YPG. Saldırının yapıldığı yerde zaten TSK destekli ÖSO'cular kol geziyor. Israrla soruyoruz: Nasıl oluyor da oluyor? Kimse cevap vermiyor, oralı olmuyor, bu da akla gelen pis ihtimalleri güçlendiriyor.
Bu patlamalar, katliamlar, sınırın ötesinde olsa da artık Türkiye'deki hayatın parçaları. Bu saldırıdan sonra da yaralılar Kilis Devlet Hastanesi’ne getirildi, meselâ. DHA'nın Kilis kaynaklı haberinde, "Sınır hattındaki güvenlik önlemleri artırıldı," deniyor. Niye acaba? Ve: şimdi artırıldı ise patlama öncesinde nasılmış?
Suriye'deki harekâta ilişkin gelişmelerin "aldık, ezdik, geçtik, bitirdik" tantanalarıyla aktarılmasının ne kadar yanlış ve ayıp olduğu bininci defa ortaya çıktı. İD'in birtakım topraklardan çekilip buraları TSK+ÖSO'culara bırakması, oraların alındığı, "temizlendiği", bir daha kimsenin oralara bulaşmayacağı anlamına gelmiyor. İD'çiler mütemadiyen biryerlerden çıkıp bu tarz katliamlar yapabiliyorlar. Belli ki bunlara önceden hazırlanmışlar, "Fırat Kalkanı" bunları önlemek üzere geliştirilmiş etkili tedbirler içeriyor mu, görülüyor ki pek şüpheli.
Gergerlioğlu: Dünya fânidir, hesap günü çok ağırdır
Ömer Faruk Gergerlioğlu, eski Mazlumder başkanıdır; yıllardır, çölde bitki yetiştirmeye çalışır, yani bu ülkede insan hakları mücadelesi verir. (Özgeçmişini merak eden, şuradan bakabilir.) Gergerlioğlu'nun neden önemli veya değerli bir insan olduğunu anlatmaya kalkmayı ayıp sayarım. Onu memuriyetten açığa almışlar. Bu konudaysa ayıp olmayan söz söylemem mümkün değil.
Ömer Faruk Bey sitesinden bu konuda bir açıklama yaptı. Onun açıklamasını alıp buradan da yayımlamak, bir devletin kendini rezil edişine bir de bu mevzuda tanıklık etmek, Ömer Faruk Bey'e de dayanışma duygularımı ve selamlarımı iletmek istedim. Lütfen okuyun:
Ömer Faruk Bey sitesinden bu konuda bir açıklama yaptı. Onun açıklamasını alıp buradan da yayımlamak, bir devletin kendini rezil edişine bir de bu mevzuda tanıklık etmek, Ömer Faruk Bey'e de dayanışma duygularımı ve selamlarımı iletmek istedim. Lütfen okuyun:
6 Ekim 2016 Perşembe
Atme'de ikinci saldırı - İD neden bu kadar becerikli?
Türkiye sınırında, Türk Silahlı Kuvvetleri, Suriye Kürtlerinin en batıdaki kantonu Efrin'in silahlı gücü YPG ve cihatçı ağırlıklı silahlı grupların ortayerinde bulunan Atme mülteci kampında "İslâm Devleti" örgütü (DAİŞ-IŞİD) yeni bir bombalı saldırı gerçekleştirmeyi başardı, kimi haberlere göre 29, kimilerine göre 40 kadar insan öldürdü.
Ölenlerin çoğu başka cihatçı gruplardan savaşçılar. Üstelik aralarında önemli isimler var. Fırat Kalkanı Harekâtı'na kadar Ankara'nın gözdelerinden olan Nureddin el-Zengi örgütünün şeriat mahkemesi hakimlerinden, Yüksek Fıkıh Konseyi üyesi Halid el-Seyid ve yardımcısı Muhammed el-Ferc bunlar arasında. Ahrar el-Şam örgütü komutanlarından Hişam Halife de öyle.
İD Atme'de daha önce de bir bombalı saldırı yapmış, -tam öğrenilemedi ama- on beş kadar insan öldürmüş, yirmi kişiyi yaralamıştı. Bu saldırıda örgüt, başka örgütlerin cihatçı militanlarını taşıyan otobüsü uçurmuştu. Bu saldırıda pek çok tuhaflık vardı; saldırının yapılabilmiş olması bile büyük tuhaflıktı. Bu blogta iki yazı ("Türkiye sınırında patlama - otobüste katliam" ve "Sınırda havaya uçurulan otobüs ve bazı gerçekler") ile, bir de Duvar'a yazdığım "Nerede, nasıl havaya uçtu bu otobüs?" başlıklı yazıyla sözkonusu tuhaflıkları gözönüne sermeye çalışmıştım. Şimdi İD aynı yerde ikinci bir saldırı daha yaptı. Katliam demek daha doğru aslında.
Yaptığım haritaya bakın: İD'in bu kadar hassas, her biri her an tetikteki bu kadar çok silahlı kuvvetin bulunduğu yerde bu işleri nasıl yapabildiğini anlamak zor. Atme'ye en yakın İD toprağı 40 kilometre kadar uzaklıkta.
Acaba birtakım İD elemanları kendilerini öbür cihatçı grupların içerisinde rahatlıkla gizleyebiliyor, sonra, zamanı gelince kolayca eyleme geçebiliyorlar mı? Ellerini kollarını sallaya sallaya buraya gelip bombalı eylemler yapmaları hiç akla yakın gözükmüyor? Bu kadar kritik yerde nasıl bu kadar kolay hareket edebiliyorlar?
[ EK / Bu olayda MİT'ten üç görevlinin de hayatını kaybettiğine dair iddia için bkz. Ahmet Takan, "Atme'de şehit düşen üç MİT mensubu" ]
Ölenlerin çoğu başka cihatçı gruplardan savaşçılar. Üstelik aralarında önemli isimler var. Fırat Kalkanı Harekâtı'na kadar Ankara'nın gözdelerinden olan Nureddin el-Zengi örgütünün şeriat mahkemesi hakimlerinden, Yüksek Fıkıh Konseyi üyesi Halid el-Seyid ve yardımcısı Muhammed el-Ferc bunlar arasında. Ahrar el-Şam örgütü komutanlarından Hişam Halife de öyle.
İD Atme'de daha önce de bir bombalı saldırı yapmış, -tam öğrenilemedi ama- on beş kadar insan öldürmüş, yirmi kişiyi yaralamıştı. Bu saldırıda örgüt, başka örgütlerin cihatçı militanlarını taşıyan otobüsü uçurmuştu. Bu saldırıda pek çok tuhaflık vardı; saldırının yapılabilmiş olması bile büyük tuhaflıktı. Bu blogta iki yazı ("Türkiye sınırında patlama - otobüste katliam" ve "Sınırda havaya uçurulan otobüs ve bazı gerçekler") ile, bir de Duvar'a yazdığım "Nerede, nasıl havaya uçtu bu otobüs?" başlıklı yazıyla sözkonusu tuhaflıkları gözönüne sermeye çalışmıştım. Şimdi İD aynı yerde ikinci bir saldırı daha yaptı. Katliam demek daha doğru aslında.
Yaptığım haritaya bakın: İD'in bu kadar hassas, her biri her an tetikteki bu kadar çok silahlı kuvvetin bulunduğu yerde bu işleri nasıl yapabildiğini anlamak zor. Atme'ye en yakın İD toprağı 40 kilometre kadar uzaklıkta.
Acaba birtakım İD elemanları kendilerini öbür cihatçı grupların içerisinde rahatlıkla gizleyebiliyor, sonra, zamanı gelince kolayca eyleme geçebiliyorlar mı? Ellerini kollarını sallaya sallaya buraya gelip bombalı eylemler yapmaları hiç akla yakın gözükmüyor? Bu kadar kritik yerde nasıl bu kadar kolay hareket edebiliyorlar?
[ EK / Bu olayda MİT'ten üç görevlinin de hayatını kaybettiğine dair iddia için bkz. Ahmet Takan, "Atme'de şehit düşen üç MİT mensubu" ]
2 Ekim 2016 Pazar
Hülâsa: O iyi insandır, siz kötüsünüz
Baktığı yerden bakamazsınız, gördüğünü göremezsiniz.
Yazdığının tek satırını yazamazsınız.
Anlıyoruz öfkenizi.
Lâkin sizsiniz bu hale getiren kendinizi.
Ne giderilemez eksiklik bu sizinki.
İçinizde iyilik olaydı belki dua ederdiniz. Artık o da tutmaz.
Kürt diye içeri attığınız adam Türkçe'yi en iyi yazanlardan biri.
İçinizde iyilik olsa, çatlayıp patlamak yerine sevinirdiniz.
Hepsi bir yana, temiz insandır, iyi insandır o adam.
Siz olamazsınız.
Kelebek görseniz eziyor, çiçek görseniz bozuyorsunuz.
Size âlemin hain kötü adamlığı düştü.
Mutsuz etmeyi öğrendiniz; yakmayı yıkmayı.
Bari tövbe etmeyi bilseydiniz.
Murat Özyaşar’ın, kendi kuşağının öykücüleri arasında çok geçmeden ayırt edileceğini öykülerini ilk okuduğumda da düşünmüştüm. Doğu’nun içinden çıkıp edebiyatın kılcaldamarlarına yürüme cesareti vardı onda. İçinden çıktığı kültürün kendini kısıtlayabilecek bütün yaşamsal sıkıntılarından yazınsal yazının derinliğine dalarak kurtulabileceğini çok erken görmüştü.
"... berber razi'nin camı buğulanmış, gidip oraya harf harf dökülesim var..."
bi' aydır şu cümle üzerinde dönüp dönüp düşüyorum, sonra düştüğüm yerde binlerce parçaya ayrılıp sağa sola dağılıyorum. bu ne zulüm bi'şeydir, bu nası bi' çıldırmışlıktır?
su gibi akıyor diye tanımlanır hani bazı kitaplar; bu akmıyor, su gibi duruldukça duruluyor.
Murat ile Sibel üç hafta kadar önce Mavi Lorin'i aramıza katmışlardı.
Murat Özyaşar’ın ilk öykü kitabı “Ayna Çarpması”nı okuduğumda uzun zaman yolunu gözleyeceğim bir yazarla karşılaştığımı içten içe sezmiştim. Gerçekten de aradan geçen yedi yıl boyunca bekledim. Nihayet yedi yılın sonunda “Sarı Kahkaha” çıkageldi. Kitabı okuduğumda Murat Özyaşar’ın hangi yolları aştığını, yazısına neler eklediğini görünce şaşırmadım ama büyük bir sevinç duydum. Yolunu gözlemeye devam edeceğim için...
O sarı kahkahalar...
Her şeyi yaptırıyor anlatıcılarına! Askerlik anısı da anlattırıyor, taşra sıkıntısını da, ölen babasına Türk edebiyatının gördüğü en iyi ağıtlardan birini de yakıyor, varoluşsal dertlerine değiniyor! İster minimal biçimde, ister klasik üslupla olsun hepsinin hakkını veriyor, kimi zaman şiir de yazıyor cümlelerinin arasında!
Murat Özyaşar ismi, yayımladığı ilk öykü toplamı Ayna Çarpması'ndan beri akıllarda.
Akıllarda çünkü Özyaşar, daha bu ilk öykü kitabında "kendine ait bir oda" ayırmıştı edebiyat dünyasından. Yazarın, Ayna Çarpması kitabı yayımlandıktan sonra Haldun Taner ve Yunus Nadi gibi iki nitelikli edebiyat ödülüne değer bulunması da bu odanın Özyaşar'a ayrıldığının önemli göstergeleri aslında. Ona ayrılan bu oda ise oldukça korunaklı ve kendine has döşenmiş ziyaret edilesi bir âlemdi adeta. Geriye, Özyaşar tarafından bu odayı her yazdığıyla biraz daha genişletmek, daha kendinden bir evren haline getirmek kalmıştı ancak bunun için uzunca bir zaman beklemek gerekti. Çünkü Özyaşar, verimlerini hemen ortaya çıkarmak konusunda biraz çekingen davranan bir kalem açıkçası. Her ne kadar daha ilk öykü kitabıyla dikkatleri üzerine çekip kendi dönemindeki öykücüler arasında farklı bir yerde durduğunu hemen belli etse de, ikinci öykü kitabını okumak için yedi yıl beklemek gerekti.
Yazdığının tek satırını yazamazsınız.
Anlıyoruz öfkenizi.
Lâkin sizsiniz bu hale getiren kendinizi.
Ne giderilemez eksiklik bu sizinki.
İçinizde iyilik olaydı belki dua ederdiniz. Artık o da tutmaz.
Kürt diye içeri attığınız adam Türkçe'yi en iyi yazanlardan biri.
İçinizde iyilik olsa, çatlayıp patlamak yerine sevinirdiniz.
Hepsi bir yana, temiz insandır, iyi insandır o adam.
Siz olamazsınız.
Kelebek görseniz eziyor, çiçek görseniz bozuyorsunuz.
Size âlemin hain kötü adamlığı düştü.
Mutsuz etmeyi öğrendiniz; yakmayı yıkmayı.
Bari tövbe etmeyi bilseydiniz.
* * *
Murat Özyaşar’ın, kendi kuşağının öykücüleri arasında çok geçmeden ayırt edileceğini öykülerini ilk okuduğumda da düşünmüştüm. Doğu’nun içinden çıkıp edebiyatın kılcaldamarlarına yürüme cesareti vardı onda. İçinden çıktığı kültürün kendini kısıtlayabilecek bütün yaşamsal sıkıntılarından yazınsal yazının derinliğine dalarak kurtulabileceğini çok erken görmüştü.
"... berber razi'nin camı buğulanmış, gidip oraya harf harf dökülesim var..."
bi' aydır şu cümle üzerinde dönüp dönüp düşüyorum, sonra düştüğüm yerde binlerce parçaya ayrılıp sağa sola dağılıyorum. bu ne zulüm bi'şeydir, bu nası bi' çıldırmışlıktır?
su gibi akıyor diye tanımlanır hani bazı kitaplar; bu akmıyor, su gibi duruldukça duruluyor.
Murat ile Sibel üç hafta kadar önce Mavi Lorin'i aramıza katmışlardı.
Murat Özyaşar’ın ilk öykü kitabı “Ayna Çarpması”nı okuduğumda uzun zaman yolunu gözleyeceğim bir yazarla karşılaştığımı içten içe sezmiştim. Gerçekten de aradan geçen yedi yıl boyunca bekledim. Nihayet yedi yılın sonunda “Sarı Kahkaha” çıkageldi. Kitabı okuduğumda Murat Özyaşar’ın hangi yolları aştığını, yazısına neler eklediğini görünce şaşırmadım ama büyük bir sevinç duydum. Yolunu gözlemeye devam edeceğim için...
O sarı kahkahalar...
Her şeyi yaptırıyor anlatıcılarına! Askerlik anısı da anlattırıyor, taşra sıkıntısını da, ölen babasına Türk edebiyatının gördüğü en iyi ağıtlardan birini de yakıyor, varoluşsal dertlerine değiniyor! İster minimal biçimde, ister klasik üslupla olsun hepsinin hakkını veriyor, kimi zaman şiir de yazıyor cümlelerinin arasında!
Murat Özyaşar ismi, yayımladığı ilk öykü toplamı Ayna Çarpması'ndan beri akıllarda.
Akıllarda çünkü Özyaşar, daha bu ilk öykü kitabında "kendine ait bir oda" ayırmıştı edebiyat dünyasından. Yazarın, Ayna Çarpması kitabı yayımlandıktan sonra Haldun Taner ve Yunus Nadi gibi iki nitelikli edebiyat ödülüne değer bulunması da bu odanın Özyaşar'a ayrıldığının önemli göstergeleri aslında. Ona ayrılan bu oda ise oldukça korunaklı ve kendine has döşenmiş ziyaret edilesi bir âlemdi adeta. Geriye, Özyaşar tarafından bu odayı her yazdığıyla biraz daha genişletmek, daha kendinden bir evren haline getirmek kalmıştı ancak bunun için uzunca bir zaman beklemek gerekti. Çünkü Özyaşar, verimlerini hemen ortaya çıkarmak konusunda biraz çekingen davranan bir kalem açıkçası. Her ne kadar daha ilk öykü kitabıyla dikkatleri üzerine çekip kendi dönemindeki öykücüler arasında farklı bir yerde durduğunu hemen belli etse de, ikinci öykü kitabını okumak için yedi yıl beklemek gerekti.
23 Eylül 2016 Cuma
Nihat Tuna
Nihat'ı kaybettik. Aramıza dönecek sandık, birden gitti. Halbuki elinden geleni yapmıştı. Sırf kendini yaşatmak için değil. Elinden geleni yapmıştı işte. Ketumdu, derdini etrafa çaktırmazdı. Bu yüzden bu kadar söyleyebilirim. İletişim Yayınları onsuz eskisi gibi olmayacak. Hayat da öyle olmayacak. Kelimeden harf düştü işte, eskisi gibi okunmayacak.
Nihat Tuna.
Yoldaşımız, arkadaşımızdı. İletişim'in müdürü, kahyası, gürültüsü, neşesiydi.
Nihat Tuna.
Yoldaşımız, arkadaşımızdı. İletişim'in müdürü, kahyası, gürültüsü, neşesiydi.
21 Eylül 2016 Çarşamba
Cihatçıların meselesi: Türkiye
ile birlikte savaşmak caiz mi?
Suriyeli cihatçıların bugünlerdeki en önemli tartışma konularından biri şu: Türkiye desteğiyle DAİŞ'e ("İslâm Devleti" örgütü) karşı savaşmak caiz midir?
Ankara'nın Suriye içsavaşının başından beri işbirliği yaptığı, hattâ belki şöyle demek gerekir: içsavaşın körüklenmesi için desteğini esirgemediği, güçlü cihatçı örgütlerden Ahrar el-Şam, bu mevzuda bir fetva yayımladı. Fetvada, İslâmcı grupların önceliğinin, Suriye topraklarını DAİŞ egemenliğinden ve PKK gibi grupların hegemonyasından kurtarmak olduğu, bu amaçla Türkiye ile işbirliği yapılarak bunlara karşı savaşılabileceği belirtiliyor. Fetvanın yayımlanmasının sebebi, Ahrar'ın ilk defa "resmen" Fırat Kalkanı harekâtına katıldığını açıklaması.
Ankara'nın Suriye içsavaşının başından beri işbirliği yaptığı, hattâ belki şöyle demek gerekir: içsavaşın körüklenmesi için desteğini esirgemediği, güçlü cihatçı örgütlerden Ahrar el-Şam, bu mevzuda bir fetva yayımladı. Fetvada, İslâmcı grupların önceliğinin, Suriye topraklarını DAİŞ egemenliğinden ve PKK gibi grupların hegemonyasından kurtarmak olduğu, bu amaçla Türkiye ile işbirliği yapılarak bunlara karşı savaşılabileceği belirtiliyor. Fetvanın yayımlanmasının sebebi, Ahrar'ın ilk defa "resmen" Fırat Kalkanı harekâtına katıldığını açıklaması.
20 Eylül 2016 Salı
Kâbe imamı cihatçılar için dua etti
“Kâbe imamı ağlıyor, Fatiha okurken ağlıyor”, “Kâbe imamı es-Südeys Filistin duası”, “Kâbe imamı Sudeys, Adiyet Suresi’ni okurken ağlıyor”, “Abdurrahman es-Sudeys’in ağlayarak tamamladığı konut duası”. Bunlar, Mescid-ül Haram imamı Abdurrahman ibn Abdülaziz es-Sudeys'in Dailymotion'da yeralan videolarından bazılarının başlıkları. Oraya "ramazanrehberi" adlı kullanıcı tarafından yüklenmişler. Yani bu seçkin din adamının hizmetlerinden ümmetin internet bağlantısına sahip kısmı her an yararlanabiliyor. Türkiye'nin geri kalması düşünülemezdi.
Lâkin ümmetin hangi kısmının ne tür din adamlarından ne tür akıllar fikirler alacağı konusu giderek ümmet için varoluş sorunu haline geliyor. Şu anda, özellikle Türkiye'de, çoğunluk ve iktidar olmanın -asla gönüle yansıyamayan- rahatlığıyla İslâmcı-Müslüman önderler ve ahali vahametin farkında değil. Azıcık sükûnetle az öteden izlendiğindeyse manzara pek açık gözüküyor.
Lâkin ümmetin hangi kısmının ne tür din adamlarından ne tür akıllar fikirler alacağı konusu giderek ümmet için varoluş sorunu haline geliyor. Şu anda, özellikle Türkiye'de, çoğunluk ve iktidar olmanın -asla gönüle yansıyamayan- rahatlığıyla İslâmcı-Müslüman önderler ve ahali vahametin farkında değil. Azıcık sükûnetle az öteden izlendiğindeyse manzara pek açık gözüküyor.
19 Eylül 2016 Pazartesi
Kayıplar... Korkunç ayıplar...
Cumartesi Anneleri 24 Eylül'de, 12:00'de, her zamanki gibi Galatasaray'da buluşacaklar. Bugüne kadar beş yüz doksan dokuz defa yaptıkları gibi. İnsanlar evlatlarını, eşlerini arıyor. Cevap arıyor. Zalimin anlayamayacağı bir huzuru arıyor. Hiç değilse onu arıyor.
11 Eylül 2016 Pazar
SDG'nin Türkmen komutanı nasıl öldü?
Suriye Demokratik Güçleri (SDG) bünyesindeki Türkmen örgütü Hammam el-Türkmen'in (Türkmen Selçuklu Tugayı) başkomutanı Heni el-Melle, 10 Eylül akşamı Kobanê yakınlarında şaibeli bir şekilde vurularak öldü. İlk haberler, el-Melle'nin suikasta kurban gittiği yolundaydı. Tıpkı Cerablus Askerî Konseyi Başkanı Abdülsettar el-Cedir'in öldürülüşünde olduğu gibi, "Türk ajanları öldürdü" iddiaları ortaya atıldı. Nitekim SDG Sözcüsü Telal Selo, Türkmen komutanın "şüpheli bir şekilde" öldürüldüğünü söyledi. El-Melle'nin aynı zamanda El-Bab için kurulan Askerî Konsey'in önemli bir şahsiyeti oluşu, SDG'yi muhtemel el-Bab harekâtından caydırmaya yönelik bir siyasî cinayetle karşı karşıya olunduğu ihtimalini güçlendiriyor. Cihatçı hesapların el-Melle'yi "hain"likle suçlayıp, "kimliği belirsiz kişilerce infaz edildiğini" ileri sürmeleri de bu yönde bir işaret sayılabilir. Arkasında Ankara'nın bulunduğu suikast iddiası, kanıtla desteklenemedi.
Ve suikast iddiasından kısa süre sonra, el-Melle'nin "kazaya kurban gittiği" haberi ortaya atıldı. Silah yanlışlıkla ateş almış ya da kargaşa içerisinde buna benzer bir şey olmuştu. Bu da havada kaldı. Tıpkı bir ara bir şekilde ortaya sürülen ama desteklenmeyen "intihar etti" haberi gibi.
Türkiye-Suriye sınırından yirmi-otuz kilometre ötedeki bir olaya dair güvenilir bilgi alamıyoruz. Türkiye'de gazeteciliğin ölümü sadece para-pul dışında derdi olmayan medya patronlarıyla veya siyasî baskıyla ilgili bir facia değil.
Ve suikast iddiasından kısa süre sonra, el-Melle'nin "kazaya kurban gittiği" haberi ortaya atıldı. Silah yanlışlıkla ateş almış ya da kargaşa içerisinde buna benzer bir şey olmuştu. Bu da havada kaldı. Tıpkı bir ara bir şekilde ortaya sürülen ama desteklenmeyen "intihar etti" haberi gibi.
Türkiye-Suriye sınırından yirmi-otuz kilometre ötedeki bir olaya dair güvenilir bilgi alamıyoruz. Türkiye'de gazeteciliğin ölümü sadece para-pul dışında derdi olmayan medya patronlarıyla veya siyasî baskıyla ilgili bir facia değil.
10 Eylül 2016 Cumartesi
ABD ile Türkiye'nin müttefiki,
El-Kaide'ye başsağlığı diledi
Bir insansız hava aracı, 8 Eylül gecesi Halep'in batısında, silahlı grupların elindeki bölgede, Kefer Naha köyünde çok kritik bir hedefi vurdu. Vurulan binada, eski El-Nusra, şimdinin Şam'ın Fethi Cephesi'nin (ŞFC) üst düzey komutanları toplantı halindeydi. El-Kaide'nin Suriye kolu El-Nusra'nın kurucularından olan, ŞFC'nin "Askerî Emir"i, Fetih Ordusu koalisyonunun genel komutanı ağır top Ebu Hacer el-Humsi veya cihatçı âleminde meşhur olduğu adıyla Ebu Ömer Serakip, burada can verenler arasındaydı. (Arapça kelimelerin Türkçe yazılışında yanlışlar olabilir.)
Önce saldırıyı bir Amerikan İHA'sının yaptığı söylendi. Ancak ABD, operasyonu üstlenmedi. Pentagon Sözcüsü Yüzbaşı Jeff Davis, "Orada her ne olduysa, bu ABD ordusunun yaptığı bir şey değildi," dedi. Davis, "Halep IŞİD'in bulunduğu bir yer değil, orada olmamız için sebep yok," diye de altını çizdi sözünün. Bir başka Amerikalı savunma yetkilisi, AFP'ye, Halep saldırısında "önde gelen şüpheli"nin Rusya olduğunu söyledi.
Önce saldırıyı bir Amerikan İHA'sının yaptığı söylendi. Ancak ABD, operasyonu üstlenmedi. Pentagon Sözcüsü Yüzbaşı Jeff Davis, "Orada her ne olduysa, bu ABD ordusunun yaptığı bir şey değildi," dedi. Davis, "Halep IŞİD'in bulunduğu bir yer değil, orada olmamız için sebep yok," diye de altını çizdi sözünün. Bir başka Amerikalı savunma yetkilisi, AFP'ye, Halep saldırısında "önde gelen şüpheli"nin Rusya olduğunu söyledi.
8 Eylül 2016 Perşembe
Devletin normali: Katille sarmaş dolaş
Ogün Samast'ın Samsun'da devlet tarafından ağırlanışı ve onurlandırılışının yeni görüntüleri ortaya çıktı. Hiç şaşırmadım. Hayreti çoktan yitirdik, küfrüm bile kurudu gitti dokuz buçuk senede. Bildiğimiz kadarından, gerideki çirkefi tahmin etmek zor değildi. İfadelere, hallere tavırlara bakın, o gün Ogün'e sofra kurulmadığına, hattâ başka ihtiyaçlarının karşılanmadığına şükredin. Aslında bilmiyoruz, belki de yapılmıştır çeşitli ikramlar. Çünkü görüntülerde kendini açığa vuran devlete uygundur.
Burada soğukkanlılıkla dikkat çekilmesinde, kimbilir, belki fayda umulabilecek tek şey var. Devlet görevlilerinin Ermeni gazetecinin öldürülmesinden ötürü duydukları samimi sevinci, katille duygudaşlıklarını filan bir anlık kenara itmeyi kabul edelim. Görüntülere silme iyi niyetle bakalım: Polisler, jandarmalar, artık kim kimse, önemi de yok zaten, katili rahatlatmaya çalışıyorlar, belli. Bunun için, Ermeni'yi vurmuş oluşundan ötürü sırtının sıvazlandığı, övüldüğü, sevildiği bir ortam yaratıyorlar.
Nasıl? Kulağa çok dehşetli gelmedi mi? Katili, diyorum, rahatlatmak, "her şey normal" duygusu yaratmak için, "Aslan Ogün, helal olsun" deyip sırtını patpatlıyorlar ki, ferahlasın, gerginlik duymasın, dost ortamda olduğunu varsaysın.
Devlet katile diyor ki: Normalim budur.
Burada kesiyorum.
Burada soğukkanlılıkla dikkat çekilmesinde, kimbilir, belki fayda umulabilecek tek şey var. Devlet görevlilerinin Ermeni gazetecinin öldürülmesinden ötürü duydukları samimi sevinci, katille duygudaşlıklarını filan bir anlık kenara itmeyi kabul edelim. Görüntülere silme iyi niyetle bakalım: Polisler, jandarmalar, artık kim kimse, önemi de yok zaten, katili rahatlatmaya çalışıyorlar, belli. Bunun için, Ermeni'yi vurmuş oluşundan ötürü sırtının sıvazlandığı, övüldüğü, sevildiği bir ortam yaratıyorlar.
Nasıl? Kulağa çok dehşetli gelmedi mi? Katili, diyorum, rahatlatmak, "her şey normal" duygusu yaratmak için, "Aslan Ogün, helal olsun" deyip sırtını patpatlıyorlar ki, ferahlasın, gerginlik duymasın, dost ortamda olduğunu varsaysın.
Devlet katile diyor ki: Normalim budur.
Burada kesiyorum.
Mesele yelpazeydi çünkü!
Devletin hatırı sayılır kısmını ele geçirdiği söylenen "Fethullahçı Terör Örgütü - FETÖ" hakkındaki soruşturmalar, önemli bölümü hak çiğneyici, sinir bozucu, akla hayale gelmedik saçmalıklarla sürüyor. Koca ülke iki gün Gülen'in yelpazecisiyle meşgûl edildi.
Önümüze sürülen habere göre, Fethullah Gülen 1990'larda bir vakit İzmir'de, Hisar Camisi'nde vaaz verirken fenalaşmış, camidekilerden bir kimse de elindeki gazeteyle yelpazeleyerek onun kendine gelmesine yardım etmişti. Haberlerde vaziyet anlatılırken Gülen'in "sözde fenalaştığı"nı belirtmeye özenler gösterildi. Başına "terör örgütü elebaşısı" gibi sıfatlar getirmeden sözü edilemeyen Fethullah'ı Fetullah yazmaya gösterildiği gibi. Bunları yapanlar, bu örgüte pek kızmış ve ona asla bulaşmamış görünüyor ya...
Yelpaze operasyonu süratle ilerletildi. Yelpazeci olduğu şüphesiyle diş teknisyeni İ.S. gözaltına alındı. Gel gör ki, yelpazecinin İ.S. değil A.Z. olduğuna hükmedildi. Üstelik bu Samsunlu adam uzun zamandır Kazakistan'daydı, bilahare Afrika'ya "tayin edilmiş"ti. İ.S. serbest bırakıldı, yelpazeci yakalanamamış oldu. Yelpazecisi yakalanamayan bir örgüt lideri her şeyi yapabilecek kapasiteyi koruyor demektir. Neye yaradı on binlerce insanı memuriyetten atmak, hapse tıkmak!
Bu fasıllar ilgi çekmiyor. Bilvesile Gülen cemaatiyle alâkası olmayan veya Gülen sempatizanı olup da Cemaat bünyesinde yürütülmüş gizli kapaklı örgütlenme işleri veya eylemlerle alâkası olmayan insanların işlerinden, maaşlarından, yaşantılarından yoksun bırakılması, kimilerinin mesnetsiz şekilde gözaltına alınması, tutuklanması iktidar destekçisi cephe ve geniş ana akım kamuoyunda konu edilmiyor. (Evet, ana akım kamuoyu diye bir şey var.)
Zaten benim de esas ilgimi çeken, şu fotoğraflar oldu. Muhtemelen bir videodan alınmış kareler bunlar. Üçünde de iki insan yüzü var. Biri h'li de h'siz de yazsanız kendisine yarı-kutsal birşeyler atfedildiği belli "hocaefendi", öbürü yelpazeci. "Hocaefendi"nin ifadesine bakılırsa, kendisine yarı-kutsal birşeyler atfedenler arasında başı kendi çekiyor. Ya öbür adam niye böyle perişandır?
Bu yüzlere uzun uzun bakarak kendi hikâyenizi oluşturabileceğinizi sanıyorum. Benim kafamdan geçenler hakkında ufak tefek birşeyler çıtlatayım: Burada, olmaması gereken, müthiş sağlıksız birşeyler dönmektedir. Bir tür ürperti, bakınca hissettiğim. Bu üç fotoğrafın hikâyesini yazacak olsam, tasvir etmek gerekecek insanî sorun Gülencilerle falan sınırlı kalmaz. Bu yüzden iktidardaki Türk İslâmcısı bu işten bu kadar dehşete kapıldı. Bir başka âlemle ilişki müsameresi, belki de işin en berbat yanı değil. Niye ağlıyor o yelpazeci? Az önce ne olmuş da ağlıyor? "Hocaefendi"ye bir şey olacak diye mi ağlıyor yoksa başka bir korku hali mi sözkonusu? Neyse, gerisine siz bakın artık.
Önümüze sürülen habere göre, Fethullah Gülen 1990'larda bir vakit İzmir'de, Hisar Camisi'nde vaaz verirken fenalaşmış, camidekilerden bir kimse de elindeki gazeteyle yelpazeleyerek onun kendine gelmesine yardım etmişti. Haberlerde vaziyet anlatılırken Gülen'in "sözde fenalaştığı"nı belirtmeye özenler gösterildi. Başına "terör örgütü elebaşısı" gibi sıfatlar getirmeden sözü edilemeyen Fethullah'ı Fetullah yazmaya gösterildiği gibi. Bunları yapanlar, bu örgüte pek kızmış ve ona asla bulaşmamış görünüyor ya...
Yelpaze operasyonu süratle ilerletildi. Yelpazeci olduğu şüphesiyle diş teknisyeni İ.S. gözaltına alındı. Gel gör ki, yelpazecinin İ.S. değil A.Z. olduğuna hükmedildi. Üstelik bu Samsunlu adam uzun zamandır Kazakistan'daydı, bilahare Afrika'ya "tayin edilmiş"ti. İ.S. serbest bırakıldı, yelpazeci yakalanamamış oldu. Yelpazecisi yakalanamayan bir örgüt lideri her şeyi yapabilecek kapasiteyi koruyor demektir. Neye yaradı on binlerce insanı memuriyetten atmak, hapse tıkmak!
Bu fasıllar ilgi çekmiyor. Bilvesile Gülen cemaatiyle alâkası olmayan veya Gülen sempatizanı olup da Cemaat bünyesinde yürütülmüş gizli kapaklı örgütlenme işleri veya eylemlerle alâkası olmayan insanların işlerinden, maaşlarından, yaşantılarından yoksun bırakılması, kimilerinin mesnetsiz şekilde gözaltına alınması, tutuklanması iktidar destekçisi cephe ve geniş ana akım kamuoyunda konu edilmiyor. (Evet, ana akım kamuoyu diye bir şey var.)
Zaten benim de esas ilgimi çeken, şu fotoğraflar oldu. Muhtemelen bir videodan alınmış kareler bunlar. Üçünde de iki insan yüzü var. Biri h'li de h'siz de yazsanız kendisine yarı-kutsal birşeyler atfedildiği belli "hocaefendi", öbürü yelpazeci. "Hocaefendi"nin ifadesine bakılırsa, kendisine yarı-kutsal birşeyler atfedenler arasında başı kendi çekiyor. Ya öbür adam niye böyle perişandır?
Bu yüzlere uzun uzun bakarak kendi hikâyenizi oluşturabileceğinizi sanıyorum. Benim kafamdan geçenler hakkında ufak tefek birşeyler çıtlatayım: Burada, olmaması gereken, müthiş sağlıksız birşeyler dönmektedir. Bir tür ürperti, bakınca hissettiğim. Bu üç fotoğrafın hikâyesini yazacak olsam, tasvir etmek gerekecek insanî sorun Gülencilerle falan sınırlı kalmaz. Bu yüzden iktidardaki Türk İslâmcısı bu işten bu kadar dehşete kapıldı. Bir başka âlemle ilişki müsameresi, belki de işin en berbat yanı değil. Niye ağlıyor o yelpazeci? Az önce ne olmuş da ağlıyor? "Hocaefendi"ye bir şey olacak diye mi ağlıyor yoksa başka bir korku hali mi sözkonusu? Neyse, gerisine siz bakın artık.
5 Eylül 2016 Pazartesi
"Rusya'yla ortak, Halep işine girdik!"
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan Çin'deki G20 Zirvesi'nin ardından konuştu ve şöyle dedi: "600 bin insanın öldürüldüğü bir yerde hâlâ katil Esed'in görevinde kalmasını, durmasını savunmak bana öyle geliyor ki insanlık adına bizler için utanç vericidir."
Bu sözün herhangi bir diplomatik sonucu olmayacaktır muhtemelen. (Bu sözün sigortası olarak, Suriye'nin "toprak bütünlüğü"ne saygı mütemadiyen vurgulanıyor.) Niye söylendiğini bilen Rus yetkililer bıyık altından güleceklerdir. Zira yalnız tribüne söylendiği belli. Alelacele kaleme alınıp sahneye konmuş bir müsamere izliyoruz.
Aynı konuşmada Erdoğan gerçeklerden de sözetti: "Rusya ile özellikle Halep bölgesinde bir işbirliğini gerçekleştiriyoruz."
Bakın bugün "Halep bölgesinde" neler oldu: Suriye ordusu ve birlikte hareket ettiği Hizbullah ve milis güçleri, cihatçı örgütlerin savunduğu mahalle ve binalardan bazılarını ele geçirdi, silahlı grupları püskürttü ve şehrin rejim karşıtı güçlerin elindeki kısmı etrafındaki kuşatmayı yeniden kurdu.
Silahlı muhalifler arasında, İdlip'ten silahlı güçlerin alınıp Cerablus Harekâtı için kuzeye taşınması, Halep "cephesini" takviye etmek yerine güçlerin başka bölgede Türk ordusunun operasyonu için seferber edilmesi tepki yarattı. (Hattâ doğrudan Halep cephesinden kuzeye savaşçı aktarıldığı ileri sürülüyor.)
Şehrin muhalifler elindeki doğusunun Suriye ordusu tarafından yeniden kuşatılması, "Halep Savaşı" için hayatî önemde. İlk defa Temmuz'un ilk haftasında kurulan kuşatma, cihatçı silahlı örgütlerin birlikte giriştiği karşı harekâtla kırılmıştı. Bunun bir defa daha gerçekleşebilmesi ihtimali artık yok gibi. Neden?
Cevabını, işte, Cumhurbaşkanı Erdoğan verdi: "Rusya ile özellikle Halep bölgesinde bir işbirliğini gerçekleştiriyoruz."
Oysa sadece kuşatmanın kırılmasının değil, ikmal yolunun açık tutulmasının da Türkiye'nin desteğiyle mümkün olduğu yaygın bir kanıydı!
Reisçi Türk İslâmcısının -her şeyden önce kendine- izah etmesi gereken o kadar çok şey birikti ki, bunun belki esamisi bile okunmayabilir. "Kürtlere saldırıyoruz, aman ne müthiş!" havası içinde, Halep çevresindeki cihatçı müttefikleri "satmanın" sözü bile edilmeyebilir. En azından neyin ne olduğu bilinse bari.
Bu arada, iktidar propaganda aygıtının bu satış işleminden nasıl bir İslâmî erdem menkıbesi çıkaracağını merak etmiyor değilim. "Katil Esed" yemi bu tornistan menkıbesinde kullanılmak üzere ortaya atılmış olsa gerek.
Bu sözün herhangi bir diplomatik sonucu olmayacaktır muhtemelen. (Bu sözün sigortası olarak, Suriye'nin "toprak bütünlüğü"ne saygı mütemadiyen vurgulanıyor.) Niye söylendiğini bilen Rus yetkililer bıyık altından güleceklerdir. Zira yalnız tribüne söylendiği belli. Alelacele kaleme alınıp sahneye konmuş bir müsamere izliyoruz.
Aynı konuşmada Erdoğan gerçeklerden de sözetti: "Rusya ile özellikle Halep bölgesinde bir işbirliğini gerçekleştiriyoruz."
Bakın bugün "Halep bölgesinde" neler oldu: Suriye ordusu ve birlikte hareket ettiği Hizbullah ve milis güçleri, cihatçı örgütlerin savunduğu mahalle ve binalardan bazılarını ele geçirdi, silahlı grupları püskürttü ve şehrin rejim karşıtı güçlerin elindeki kısmı etrafındaki kuşatmayı yeniden kurdu.
Silahlı muhalifler arasında, İdlip'ten silahlı güçlerin alınıp Cerablus Harekâtı için kuzeye taşınması, Halep "cephesini" takviye etmek yerine güçlerin başka bölgede Türk ordusunun operasyonu için seferber edilmesi tepki yarattı. (Hattâ doğrudan Halep cephesinden kuzeye savaşçı aktarıldığı ileri sürülüyor.)
Şehrin muhalifler elindeki doğusunun Suriye ordusu tarafından yeniden kuşatılması, "Halep Savaşı" için hayatî önemde. İlk defa Temmuz'un ilk haftasında kurulan kuşatma, cihatçı silahlı örgütlerin birlikte giriştiği karşı harekâtla kırılmıştı. Bunun bir defa daha gerçekleşebilmesi ihtimali artık yok gibi. Neden?
Cevabını, işte, Cumhurbaşkanı Erdoğan verdi: "Rusya ile özellikle Halep bölgesinde bir işbirliğini gerçekleştiriyoruz."
Oysa sadece kuşatmanın kırılmasının değil, ikmal yolunun açık tutulmasının da Türkiye'nin desteğiyle mümkün olduğu yaygın bir kanıydı!
Reisçi Türk İslâmcısının -her şeyden önce kendine- izah etmesi gereken o kadar çok şey birikti ki, bunun belki esamisi bile okunmayabilir. "Kürtlere saldırıyoruz, aman ne müthiş!" havası içinde, Halep çevresindeki cihatçı müttefikleri "satmanın" sözü bile edilmeyebilir. En azından neyin ne olduğu bilinse bari.
Bu arada, iktidar propaganda aygıtının bu satış işleminden nasıl bir İslâmî erdem menkıbesi çıkaracağını merak etmiyor değilim. "Katil Esed" yemi bu tornistan menkıbesinde kullanılmak üzere ortaya atılmış olsa gerek.
2 Eylül 2016 Cuma
F klavye, Türkiye'de yapılmış tek düzgün iştir
Anadili Türkçe olanların düşünce akışına, reflekslerine uygun, akıcı bir şekilde, önce daktilo şimdi klavye kullanmasını sağlayan İhsan Sıtkı Yener 91 yaşında hayata gözlerini yumdu. T24 sitesi, F klavyeyi bize armağan eden Yener'in biyografisini, çalışmalarını, önemini içeren uzun bir haber yaptı, lütfen hiç değilse göz atın.
Yıllardır F klavye konusunda yazmak isterim. Aslında her gün yazmak isterim. Bilgisayarlı âlemle birlikte, herkesin elinden Q klavyeleri alıp yere çarpmak ve herkese birer F klavye hediye etmek isterim. Ve tabiî bunları yapamam. Çünkü gücüm yetse bile mânâsı olmayacaktır. Çünkü aslında kimsenin Türkçe'yi doğru dürüst yazabilmek diye bir derdi yoktur. Çünkü aslında anadili Türkçe olanların kendilerini Türkçe ifade edebilmelerindeki başarı oranı, benim muhtemel sırıkla atlama derecemle falan kıyaslanabilir. Söylemek becerilemezken yazmak da neyin nesi? (Necmiye Alpay'ı kolayca hapse tıkıveren bir ülke burası sonuçta.)
Milliyetçiliği, vatanseverliği hiçbir olumlu sağlam zemine dayanmayan, tepkiden, hamaset ve şirretlikten ibaret bir negatif cehalet kültüründen meydana gelen cemiyetimiz, herhangi bir alanda göstermediği özeni gösterecek, emeği harcayacak da, Q klavye akınına mâkûl bir revizyon-dönüştürme uygulaması ve politikasıyla karşı duracak, çocuklarının ve gençlerinin kendi dillerini yazarken hiç değilse fuzulî bir maddî engelle karşılaşmasına meydan vermeyecekti öyle mi? Elbette olacak iş değildi.
Babam gazeteci olduğu, arada bir daktilosunu yenilemesi gerektiği için, sekiz yaşımda bir daktilo sahibi olmuştum. Eskisini bana vermişti. Bunun hayatımı doğrudan etkileyen birkaç sonucu oldu. İlki, aslında yazacak şeyim olmamasına rağmen daktiloyla oynaya oynaya hem bu alete hem yazma denen işleme yakınlık hissetmem. İkincisi, sonradan on parmak yazmayı öğrenmemi neredeyse imkânsızlaştıracak şekilde, kendime özgü bir yazma tekniği geliştirmem. Buna teknik demem sadece espri tabiî. Esas olarak altı-sekiz parmağı kullanmaya dayanan, zaman zaman küçük parmakların da devreye girmesiyle "alet çantası" on parmağa çıkan, her parmağın ne yapacağını bir şekilde bildiği, ama benim bunları bilinçli bir şekilde yönetmediğim, tuhaf bir... -başka kelime bulamıyorum, yine teknik diyeceğim- tekniğim oluştu. Üçüncü sonuçsa, on beş-on altı yaşıma geldiğimde artık on parmakçılarla kıyaslanabilir hızda kullanabildiğim bu tekniğin, o zaman "A klavye" veya "Alman klavye" denen bir klavye düzenine dayanmasıydı.
Yıllardır F klavye konusunda yazmak isterim. Aslında her gün yazmak isterim. Bilgisayarlı âlemle birlikte, herkesin elinden Q klavyeleri alıp yere çarpmak ve herkese birer F klavye hediye etmek isterim. Ve tabiî bunları yapamam. Çünkü gücüm yetse bile mânâsı olmayacaktır. Çünkü aslında kimsenin Türkçe'yi doğru dürüst yazabilmek diye bir derdi yoktur. Çünkü aslında anadili Türkçe olanların kendilerini Türkçe ifade edebilmelerindeki başarı oranı, benim muhtemel sırıkla atlama derecemle falan kıyaslanabilir. Söylemek becerilemezken yazmak da neyin nesi? (Necmiye Alpay'ı kolayca hapse tıkıveren bir ülke burası sonuçta.)
Milliyetçiliği, vatanseverliği hiçbir olumlu sağlam zemine dayanmayan, tepkiden, hamaset ve şirretlikten ibaret bir negatif cehalet kültüründen meydana gelen cemiyetimiz, herhangi bir alanda göstermediği özeni gösterecek, emeği harcayacak da, Q klavye akınına mâkûl bir revizyon-dönüştürme uygulaması ve politikasıyla karşı duracak, çocuklarının ve gençlerinin kendi dillerini yazarken hiç değilse fuzulî bir maddî engelle karşılaşmasına meydan vermeyecekti öyle mi? Elbette olacak iş değildi.
Babam gazeteci olduğu, arada bir daktilosunu yenilemesi gerektiği için, sekiz yaşımda bir daktilo sahibi olmuştum. Eskisini bana vermişti. Bunun hayatımı doğrudan etkileyen birkaç sonucu oldu. İlki, aslında yazacak şeyim olmamasına rağmen daktiloyla oynaya oynaya hem bu alete hem yazma denen işleme yakınlık hissetmem. İkincisi, sonradan on parmak yazmayı öğrenmemi neredeyse imkânsızlaştıracak şekilde, kendime özgü bir yazma tekniği geliştirmem. Buna teknik demem sadece espri tabiî. Esas olarak altı-sekiz parmağı kullanmaya dayanan, zaman zaman küçük parmakların da devreye girmesiyle "alet çantası" on parmağa çıkan, her parmağın ne yapacağını bir şekilde bildiği, ama benim bunları bilinçli bir şekilde yönetmediğim, tuhaf bir... -başka kelime bulamıyorum, yine teknik diyeceğim- tekniğim oluştu. Üçüncü sonuçsa, on beş-on altı yaşıma geldiğimde artık on parmakçılarla kıyaslanabilir hızda kullanabildiğim bu tekniğin, o zaman "A klavye" veya "Alman klavye" denen bir klavye düzenine dayanmasıydı.
Adnani'nin ölümü üzerine eski Nusra: "oh olsun"
Şam'ın Fethi Cephesi, eski adıyla El-Nusra Cephesi, yani danışıklı dövüşlü "bağımsızlık ilanı"ndan önce El-Kaide'nin Suriye kolu olan örgüt, "İslâm Devleti" örgütünün iki numarası Ebu Muhammed el-Adnani'nin (Taha Suphi Falaha) ölümü üzerine bir "oh olsun" açıklaması yaptı.
ŞFC'nin "dış medya ilişkileri direktörü", Mısır doğumlu Avusturalya vatandaşı Mustafa Muhammed, el-Adnani'nin öldürülmesi üzerine attığı ilk tweet'te şöyle dedi: "Adnani sadece uğursuz bir haydutlar grubunun sözcüsü değil, Cihat adına Müslümanların kökünü kazımanın da tutkulu bir savunucusuydu." (Burada İD'in istisna tanımaz tekfirciliğine açık eleştiri var. Yerlileşme, ittifaklar kurma, cihat için cepheyi genişletme derken, El-Kaide her fırsatta tekfirciliği eleştirmeye başladı.)
Belli ki şahane İngilizce'si ve sakin tavrı -daha önceki bir röportajdan biliyoruz- nedeniyle ŞFC önderliğince vitrine çıkarılmak üzere seçilen Mustafa Muhammed'in ikinci tweet'i de şöyle: "DAİŞ'in bir tiran kaybetmesi Müslümanlar için ancak iyi bir şey olabilir. Evet, Adnani'nin ölümünden memnuniyet duyan milyonlarca Müslüman'la beraberim."
ŞFC'nin "dış medya ilişkileri direktörü", Mısır doğumlu Avusturalya vatandaşı Mustafa Muhammed, el-Adnani'nin öldürülmesi üzerine attığı ilk tweet'te şöyle dedi: "Adnani sadece uğursuz bir haydutlar grubunun sözcüsü değil, Cihat adına Müslümanların kökünü kazımanın da tutkulu bir savunucusuydu." (Burada İD'in istisna tanımaz tekfirciliğine açık eleştiri var. Yerlileşme, ittifaklar kurma, cihat için cepheyi genişletme derken, El-Kaide her fırsatta tekfirciliği eleştirmeye başladı.)
Belli ki şahane İngilizce'si ve sakin tavrı -daha önceki bir röportajdan biliyoruz- nedeniyle ŞFC önderliğince vitrine çıkarılmak üzere seçilen Mustafa Muhammed'in ikinci tweet'i de şöyle: "DAİŞ'in bir tiran kaybetmesi Müslümanlar için ancak iyi bir şey olabilir. Evet, Adnani'nin ölümünden memnuniyet duyan milyonlarca Müslüman'la beraberim."
31 Ağustos 2016 Çarşamba
İD'in iki numarası öldürüldü
[ GÜNCELLEME / 31 AĞUSTOS / 15:25 ] Rusya Savunma Bakanlığı, el-Adnani'yi Rus jetlerinin öldürdüğünü açıkladı. Bakanlık, 29 Ağustos günü Su-34'lerin Maarat-um-Huş yöresini hedef alan bir bombardıman yaptıklarını, el-Adnani'nin bu bombardıman sonucu can veren kırk kadar İD militanı arasında bulunduğunu ileri sürdü Böylece hem ABD hem Rusya el-Adnani'yi öldürdüğünü iddia ediyor.
“İslâm Devleti” örgütünün hem sözcüsü hem de iç-dış istihbarat-operasyon birimi Emniyet’in şefi Ebu Muhammed el-Adnani öldürüldü. İD, resmî ajansı Amak aracılığıyla el-Adnani’nin öldüğünü resmen duyurdu. (Geceyarısına kadar toparlayabildiklerimi sunuyorum.)
Ebu Muhammed el-Adnani el-Şami, asıl adıyla Taha Suphi Falaha, İdlib doğumlu, yani Suriye’den gelme. Esas olarak Iraklılarca yönetilen İD’de en üst düzeydeki Suriyeli. 2002’den bu yana cihatçı. Amerikan işgali sırasında Irak’a geçmiş. Tâ Ebu Musab el-Zerkavi zamanından beri işin içinde. Bizzat Zerkavi’ye biat etmişliği ve onunla birlikte savaşmışlığı, adına ve kişiliğine cihatçılar âleminde simgesel bir nitelik kazandırdı. İlaveten, bugünün genç cihatçısının gözünde, 2014 Haziran'ında halifeliğin yeniden kuruluşunu ("İslâm Devleti"ni!), dolayısıyla Sykes-Picot Antlaşması'yla çizilen sınırların ortadan kalktığını dünyaya ilan eden sesin sahibidir.
Cihatçı örgütleri inceleyen ve yakından izleyen Fransız araştırmacı Romain Caillet, el-Adnani'nin karizmasının ve etkili konuşmalarının, özellikle IŞİD'in El-Kaide'den kopuşu sırasında pek çok militanın o tarafa değil bu tarafa meyletmesinde etkili olduğunu ileri sürüyor. Caillet, örgütün "halkla ilişkiler"inde el-Bağdadi ile el-Adnani arasında bir tür işbölümü olduğuna, "halife"nin daha yumuşak ve bağışlayıcı tavırlar takınmasına karşılık el-Adnani'nin örgütün "sert adam"ı rolü oynadığına dikkat çekiyor.
El-Adnani İD’in resmî sözcüsü olmasının yanısıra, istihbarat ve operasyon birimlerinin bağlı olduğu Emniyet teşkilatının da başındaydı. Dolayısıyla, dış operasyonlardan, yani örgütün Avrupa’daki, Türkiye’deki eylemlerinden de en üst düzeyde sorumlu olan kişiydi. Dünyanın çeşitli yerlerindeki cihatçılara “ille bizimle irtibat kurmayı, onay almayı beklemeyin, kendi eylemlerinizi yapın, dünyayı kâfirlere dar edin” diye seslenmiş, bunun üzerine pek çok yerde bireysel eylemler, katliamlar yapılmıştı.
“İslâm Devleti” örgütünün hem sözcüsü hem de iç-dış istihbarat-operasyon birimi Emniyet’in şefi Ebu Muhammed el-Adnani öldürüldü. İD, resmî ajansı Amak aracılığıyla el-Adnani’nin öldüğünü resmen duyurdu. (Geceyarısına kadar toparlayabildiklerimi sunuyorum.)
Ebu Muhammed el-Adnani el-Şami, asıl adıyla Taha Suphi Falaha, İdlib doğumlu, yani Suriye’den gelme. Esas olarak Iraklılarca yönetilen İD’de en üst düzeydeki Suriyeli. 2002’den bu yana cihatçı. Amerikan işgali sırasında Irak’a geçmiş. Tâ Ebu Musab el-Zerkavi zamanından beri işin içinde. Bizzat Zerkavi’ye biat etmişliği ve onunla birlikte savaşmışlığı, adına ve kişiliğine cihatçılar âleminde simgesel bir nitelik kazandırdı. İlaveten, bugünün genç cihatçısının gözünde, 2014 Haziran'ında halifeliğin yeniden kuruluşunu ("İslâm Devleti"ni!), dolayısıyla Sykes-Picot Antlaşması'yla çizilen sınırların ortadan kalktığını dünyaya ilan eden sesin sahibidir.
Cihatçı örgütleri inceleyen ve yakından izleyen Fransız araştırmacı Romain Caillet, el-Adnani'nin karizmasının ve etkili konuşmalarının, özellikle IŞİD'in El-Kaide'den kopuşu sırasında pek çok militanın o tarafa değil bu tarafa meyletmesinde etkili olduğunu ileri sürüyor. Caillet, örgütün "halkla ilişkiler"inde el-Bağdadi ile el-Adnani arasında bir tür işbölümü olduğuna, "halife"nin daha yumuşak ve bağışlayıcı tavırlar takınmasına karşılık el-Adnani'nin örgütün "sert adam"ı rolü oynadığına dikkat çekiyor.
El-Adnani İD’in resmî sözcüsü olmasının yanısıra, istihbarat ve operasyon birimlerinin bağlı olduğu Emniyet teşkilatının da başındaydı. Dolayısıyla, dış operasyonlardan, yani örgütün Avrupa’daki, Türkiye’deki eylemlerinden de en üst düzeyde sorumlu olan kişiydi. Dünyanın çeşitli yerlerindeki cihatçılara “ille bizimle irtibat kurmayı, onay almayı beklemeyin, kendi eylemlerinizi yapın, dünyayı kâfirlere dar edin” diye seslenmiş, bunun üzerine pek çok yerde bireysel eylemler, katliamlar yapılmıştı.
30 Ağustos 2016 Salı
Kuzey Suriye: Cerablus'ta ateşkes, batıda savaş
Bütün gözler Cerablus'un güneyine, Türk ordusu desteğindeki silahlı ÖSO gruplarının Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ile mevzi çatışmalarına çevrilmişken, ÖSO'nun şu ana kadar alabildiği alanın sınırında bir ateşkes için anlaşmaya varıldı.
YPG adına Polat Can, ateşkes için "Cerablus Askerî Konseyi ile Türk ordusu arasında" anlaşmaya varıldığını açıkladı. Anlaşma, ABD öncülüğündeki uluslararası koalisyon yetkililerinin gözetiminde yapıldı. Amerikan Merkez Komutanlığı Sözcüsü Albay John Thomas, "birkaç günlüğüne" varılmış olan "gevşek anlaşma"yı sağlamlaştırmaya çalışacaklarını belirtti.
[ GÜNCELLEME / 22:10 / Ankara, ateşkesin kapsamını sadece gündelik tedbire indirgeyecek bir açıklama yaptı, YPG'nin Fırat'ın doğusuna geçmesi talebinden vazgeçmediğini tekrarladı. Ordudan da "ateşkes yok" diye açıklama yapıldığı ileri sürüldü, ama henüz sağlam haber yok. ]
Fakat aynı sırada, SDG batıdan, Efrin Kantonu'ndan güneydoğuya doğru harekete geçmiş durumda. Um el-Kura, Harbul ve Um Huş köylerini almak için uğraşan SDG'ye koalisyon jetleri, Um Huş'taki İD mevzilerini bombalayarak destek oldu. Ancak İD henüz buralara hakim.
YPG adına Polat Can, ateşkes için "Cerablus Askerî Konseyi ile Türk ordusu arasında" anlaşmaya varıldığını açıkladı. Anlaşma, ABD öncülüğündeki uluslararası koalisyon yetkililerinin gözetiminde yapıldı. Amerikan Merkez Komutanlığı Sözcüsü Albay John Thomas, "birkaç günlüğüne" varılmış olan "gevşek anlaşma"yı sağlamlaştırmaya çalışacaklarını belirtti.
[ GÜNCELLEME / 22:10 / Ankara, ateşkesin kapsamını sadece gündelik tedbire indirgeyecek bir açıklama yaptı, YPG'nin Fırat'ın doğusuna geçmesi talebinden vazgeçmediğini tekrarladı. Ordudan da "ateşkes yok" diye açıklama yapıldığı ileri sürüldü, ama henüz sağlam haber yok. ]
Fakat aynı sırada, SDG batıdan, Efrin Kantonu'ndan güneydoğuya doğru harekete geçmiş durumda. Um el-Kura, Harbul ve Um Huş köylerini almak için uğraşan SDG'ye koalisyon jetleri, Um Huş'taki İD mevzilerini bombalayarak destek oldu. Ancak İD henüz buralara hakim.
29 Ağustos 2016 Pazartesi
Vedat Türkali'yi kaybettik
Vedat Türkali'nin ardından ne diyebiliriz; "şükranlarımızı" sunmaktan başka. Bir edebiyatçı nasıl vakur kalır, bir yazar nasıl sözünü sakınmaz, bir insan nasıl onuruyla yaşar, bunları gösterdi; bize üstüne düşünecek, okunacak çok şey bıraktı ve aramızdan ayrıldı. Yazan-çizen, fikriyle, tavrıyla göz önünde olan bir insanın vakarıyla, onuruyla yaşaması kolay iş değildir bu topraklarda...
Yıldırım Türker, beş yıl önce, hepimiz adına şükranlarını sunmuştu Vedat Türkali'ye. Onsuz bir Türkiye’nin, onsuz bir Türkçe'nin "boynu bükük" kalacağına "kalıbını basmış"tı. Söylenebileceği söylemişti yani. Bianet'ten bu yazıyı okumanızı rica ediyorum. Hepimizin başı sağ olsun.
Yıldırım Türker, beş yıl önce, hepimiz adına şükranlarını sunmuştu Vedat Türkali'ye. Onsuz bir Türkiye’nin, onsuz bir Türkçe'nin "boynu bükük" kalacağına "kalıbını basmış"tı. Söylenebileceği söylemişti yani. Bianet'ten bu yazıyı okumanızı rica ediyorum. Hepimizin başı sağ olsun.
26 Ağustos 2016 Cuma
El-Kaide: Irak'ta "uzun soluklu gerilla savaşı
El-Kaide lideri Eymen el-Zevahiri, Iraklı Sünnileri, "daha önce yaptıkları gibi, neo-Safevi ve Haçlı işgalcileri (İran+ABD) topraklarından atmak üzere uzun soluklu gerilla savaşı"na hazırlanmaya, bu amaçla kendilerini "yeniden örgütlemeye" çağırdı.
El-Kaide'nin medya birimi Es Sahab, Zevahiri'nin "Muzaffer Bir Ümmet İçin Kısa Mesajlar"ının "Irak'ta Allah'tan Korkun" başlıklı üçüncü bölümünü yayımladı.
Dört dakikayı biraz aşan mesajında Zevahiri, toprak kaybetmekte, zayıflamakta olduğuna işaret ettiği "İslâm Devleti" örgütünü eleştirdi, bu örgütün yöntemlerinin Müslüman halkı davadan uzaklaştırdığını, düşmanlara avantaj sağladığını belirtti. El-Kaide lideri, "aşırılığa" ve tekfirciliğe düşmekle eleştirdiği Iraklı cihatçıların, kendilerini Müslüman ahaliden uzak düşüren pratiklerini sorgulamaları gerektiğini vurguladı. Zevahiri'nin Iraklı cihatçılara bir eleştirisi de, yasak olduğu halde Müslüman kanı dökmeleri. Zevahiri, bunun ancak ABD ile işbirlikçilerine yaradığını söyledi.
El-Kaide'nin medya birimi Es Sahab, Zevahiri'nin "Muzaffer Bir Ümmet İçin Kısa Mesajlar"ının "Irak'ta Allah'tan Korkun" başlıklı üçüncü bölümünü yayımladı.
Dört dakikayı biraz aşan mesajında Zevahiri, toprak kaybetmekte, zayıflamakta olduğuna işaret ettiği "İslâm Devleti" örgütünü eleştirdi, bu örgütün yöntemlerinin Müslüman halkı davadan uzaklaştırdığını, düşmanlara avantaj sağladığını belirtti. El-Kaide lideri, "aşırılığa" ve tekfirciliğe düşmekle eleştirdiği Iraklı cihatçıların, kendilerini Müslüman ahaliden uzak düşüren pratiklerini sorgulamaları gerektiğini vurguladı. Zevahiri'nin Iraklı cihatçılara bir eleştirisi de, yasak olduğu halde Müslüman kanı dökmeleri. Zevahiri, bunun ancak ABD ile işbirlikçilerine yaradığını söyledi.
24 Ağustos 2016 Çarşamba
"Cerablus'u Türkiye alsın, iyi olur" tezi
Faysal İtani ve Aaron Stein'ın Mayıs 2016'da yayımlanan, "Türkiye'nin Suriye Çıkmazı" başlıklı incelemesi, bugün olan biten hakkında bizleri aydınlatabilecek epeyce malzeme içeriyor ("Turkey’s Syria Predicament", Issue Brief, Atlantic Council Rafik Harriri Center for the Middle East, Mayıs 2016). Türkiye'nin Suriye politikası üzerine ayrıntılı bir analiz ve değerlendirme niteliğindeki kısımların yanısıra, metinde, öngörüler, ABD dış politika yapıcıları ve stratejicilerine tavsiyeler de yeralıyor. İşte böyle bir çerçevede kaleme alınmış şu satırlar, bugün izlediğimiz harekât üzerine çok daha önceden konuşulmaya başlandığını gösteriyor, kimin ne umduğuna, umabileceğine dair fikir veriyor:
Kimin operasyonu, kimler katılıyor?
Türk ordusu, ABD ordusu ve Suriyeli cihatçı örgütlerin ortak harekâtına ("Fırat Kalkanı" Operasyonu) katılan kuvvetler, örgütler:
• Türk ordusu (toplam 350-400 asker deniyor)
• ABD ordusu
• Silahlı gruplar [DÜZELTME: savaşçı sayısı için 1500 diyen de var, 4000 diyen de!?]
Harekâta katılan örgütlerin hepsi İslâmcı. Suriye muhalefetinin bütününe “cihatçı” denmesi doğru değil, ama Ankara’nın bu harekâttaki müttefiklerine böyle denirse yanlışa düşülmüş olmaz.
Ankara tanklarının, uçaklarının ve askerî birliklerinin Suriye sınırından girmesini “yerel unsurlar”a destek diye açıklamaya çalışabilir. Ancak harekâta katılan Suriyeli-yerli güçlerin niteliği, ortalık biraz yatıştığında, Suriye rejimi kendini azıcık topladığında bu yöreyi bu örgütlerin hakimiyetine bırakmayacağının açık habercisi.
• Türk ordusu (toplam 350-400 asker deniyor)
jetler
topçu
tanklar [ EK / 26 AĞUSTOS / ilk gün 10'du, şimdi 20-30 arasında tahmin ediliyor)
Özel Kuvvetler (180 asker deniyor)
• ABD ordusu
jetler
insansız hava araçları
Özel Kuvvetler (ortalıkta hiç görünmediler)
• Silahlı gruplar [DÜZELTME: savaşçı sayısı için 1500 diyen de var, 4000 diyen de!?]
Feylak el-Şam
Şamiye Cephesi
Nureddin el-Zengi Tugayları
Sultan Murad Tugayları
13. Tümen
Sukur el-Cebel
Ceyş el-Tahrir
Hamza Tümeni
Ceyş el-Nasr
Mutassım Tugayı
Ahrar Tel Rifat
Liva el-Fetih
Ahrar el-Şam
Harekâta katılan örgütlerin hepsi İslâmcı. Suriye muhalefetinin bütününe “cihatçı” denmesi doğru değil, ama Ankara’nın bu harekâttaki müttefiklerine böyle denirse yanlışa düşülmüş olmaz.
Ankara tanklarının, uçaklarının ve askerî birliklerinin Suriye sınırından girmesini “yerel unsurlar”a destek diye açıklamaya çalışabilir. Ancak harekâta katılan Suriyeli-yerli güçlerin niteliği, ortalık biraz yatıştığında, Suriye rejimi kendini azıcık topladığında bu yöreyi bu örgütlerin hakimiyetine bırakmayacağının açık habercisi.
23 Ağustos 2016 Salı
Cerablus - Türkiye bizzat savaşın içinde
YPG ağırlıklı Suriye Demokratik Güçleri (SDG) dün, "Menbic'in kuzeyinde işimiz bitti" açıklaması yaptı; bugün sürpriz bir şekilde "Cerablus Askerî Konseyi" ilan edildi; öğleyin 12:00 sularında konseyin başkanı Abdülsettar el-Cedir Türkiye'yi Cerablus ve Menbic'e müdahale etmemesi konusunda uyardı... Ve birkaç saat sonra suikastla öldürüldü. Suikastçiler (iki kişi) yakalandı ve sorgulanıyor. Menbic'teki Kürt kaynakları, bu kişilerin MİT ajanı olduğunu iddia ediyorlar.
Türkiye topçusu bugün sabahtan beri hem Cerablus'taki "İslâm Devleti" örgütü mevzilerine hem de Menbic'in kuzeyindeki SDG-YPG mevzilerine atış yapıyor. Ankara'dan bir yetkilinin, "operasyon için koridor açmaya çalışıyoruz" dediği iddia ediliyor. Suikast bunun üzerine eklendi.
Türkiye topçusu bugün sabahtan beri hem Cerablus'taki "İslâm Devleti" örgütü mevzilerine hem de Menbic'in kuzeyindeki SDG-YPG mevzilerine atış yapıyor. Ankara'dan bir yetkilinin, "operasyon için koridor açmaya çalışıyoruz" dediği iddia ediliyor. Suikast bunun üzerine eklendi.
21 Ağustos 2016 Pazar
Haseke'de çatışma yine alevlendi
NOT / 22 AĞUSTOS / 18:50 / Bu yazıyı güncellemeyi bırakıyorum. Gelişmeler çok hızlı, amatör çabayla yetişmek mümkün değil. Yorumlanması gereken gelişmeler olursa yeni yazılarla izlemeye çalışırım. 22 Ağustos akşamüstüne kadarki gelişmeler aşağıda.
[ GÜNCELLEME / 22 AĞUSTOS / 04:40 / YPG ve Asayiş bir yandan, Suriye topçusu öbür yandan, karşılıklı top attılar, Suriye jetleri şehrin üzerinde birkaç uçuş daha yaptı, ancak şehir merkezindeki çatışmanın şiddeti 04:30 sularında azaldı, Haseke'den gelen haberlere göre. Hiç kesilmeyen, aralıklı silah sesleri duyuluyormuş. ]
[ GÜNCELLEME / 22 AĞUSTOS / 04:40 / YPG ve Asayiş bir yandan, Suriye topçusu öbür yandan, karşılıklı top attılar, Suriye jetleri şehrin üzerinde birkaç uçuş daha yaptı, ancak şehir merkezindeki çatışmanın şiddeti 04:30 sularında azaldı, Haseke'den gelen haberlere göre. Hiç kesilmeyen, aralıklı silah sesleri duyuluyormuş. ]
20 Ağustos 2016 Cumartesi
Kavramaktan öyle aciz, öyle ufaksınız ki
“Gece yarısını geçeli iki saat oluyor, uykudan öyle uzağım ki. Cezalı bir çocuk gibi sabahı bekliyorum. Başkalarının hiç ulaşamayacağı karanlığı görebilmek için gece de uyanık olmak gerekiyor, uyanık, bütün duyguları ayakta. Az önce bir piyano sonatı dinleyip ağladım. Düşündüm ki asla bilemeyeceksiniz bu gözyaşlarının sizin için olduğunu. Ben hep tek başımayken ağlarım, gözyaşlarımı sunmam başkalarına herhangi bir anlam yüklemeleri için. Zaten günümüzde herkes insanın üzüntüsünü göstermek ‘amacıyla’ ağladığına inanıyor. Bir insanın mutsuzluğunu kavramaktan öyle acizler ki, öylesine ufalıyorlar ki acının karşısında, gülünçler. İnsanlık için hiçbir umuda yer bırakmıyorlar.”
Aslı Erdoğan, Mucizevî Mandarin
19 Ağustos 2016 Cuma
Moskova’da İD bağlantılı saldırı - bir ilk!
Biri baltalı, biri silahlı iki saldırgan önceki gün (17 Ağustos’ta) Moskova’nın 25 km kuzeydoğusunda, Şyolkovskoye otoyolu üzerindeki Başiha’da trafik polisi karakoluna saldırdı. Polislerden silah kapmayı başaran saldırganlar, çatışmada öldürüldü, ama öncesinde biri ağır iki polisi yaraladılar.
Sputnik, saldırganların 19 ve 21 yaşlarında Çeçen kökenli iki genç olduğunu yazdı.
Kanın gövdeyi götürdüğü bir dönemde bu saldırı ilk bakışta pek lafı edilmeye değer bir olay gibi durmuyor. Nitekim Rus polisi de bir süre, iki saldırganın hangi saikle böyle bir işe kalkıştığını çözmeye çalıştı.
Oysa bu eylemin tarihî önemi var. Çünkü saldırı Rusya'da “İslâm Devleti”nin "resmen" üstlendiği ilk eylem. (Daha önce sadece Dağıstan'daki bir-iki eylemin örgütle bağlantısından sözedilmişti.) İD, her zamanki rutinine uygun olarak Amak Ajansı aracılığıyla yayımladığı duyuruda, eylemi “savaşçılarının” yaptığını ileri sürdü. İki saat sonra da iddiasını kanıtladı, iki saldırganın İD’e biat videosunu yayımladı. Sputnik'e göre isimleri Salim İsrailov ile Osman Murdalov olan saldırganlar videoda ağır şiveli bir Rusça ile, örgüte biatlarını ilan ediyor, “Emir’imizin buyruğu altında Cihad yolunu tutuyoruz,” diyorlar.
Uzmanlar, videonun iki eylemcinin İD ile bağlantısını ortaya koyduğu, ancak eylemin örgüt tarafından düzenlenmediği izlenimini verdiği görüşünde.
Sputnik, saldırganların 19 ve 21 yaşlarında Çeçen kökenli iki genç olduğunu yazdı.
Kanın gövdeyi götürdüğü bir dönemde bu saldırı ilk bakışta pek lafı edilmeye değer bir olay gibi durmuyor. Nitekim Rus polisi de bir süre, iki saldırganın hangi saikle böyle bir işe kalkıştığını çözmeye çalıştı.
Oysa bu eylemin tarihî önemi var. Çünkü saldırı Rusya'da “İslâm Devleti”nin "resmen" üstlendiği ilk eylem. (Daha önce sadece Dağıstan'daki bir-iki eylemin örgütle bağlantısından sözedilmişti.) İD, her zamanki rutinine uygun olarak Amak Ajansı aracılığıyla yayımladığı duyuruda, eylemi “savaşçılarının” yaptığını ileri sürdü. İki saat sonra da iddiasını kanıtladı, iki saldırganın İD’e biat videosunu yayımladı. Sputnik'e göre isimleri Salim İsrailov ile Osman Murdalov olan saldırganlar videoda ağır şiveli bir Rusça ile, örgüte biatlarını ilan ediyor, “Emir’imizin buyruğu altında Cihad yolunu tutuyoruz,” diyorlar.
Uzmanlar, videonun iki eylemcinin İD ile bağlantısını ortaya koyduğu, ancak eylemin örgüt tarafından düzenlenmediği izlenimini verdiği görüşünde.
Devletin fabrika ayarları
Özgür Gündem gazetesinin binası, gazete hakkında kapatılma kararının verildiği 16 Ağustos günü polisçe basıldı. Baskında, gazete çalışanları ve oradan yayın yapmaya çalışan İMC TV elemanları yaka paça gözaltına alındı. 18 Ağustos günü savcılık ifadeleri alındıktan sonra neyse ki serbest bırakılan 22 meslektaşımız, devlet görevlisi gibi davranmayan, siyasî güdülerle, hınçla üzerlerine çullanan devlet görevlilerinin hışmına maruz kaldı.
İMC muhabiri Gülfem Karataş, binadan yayın yaparken itile kakıla gözaltına alınanlardan. İfadesinden bir bölüm sosyal medyada paylaşıldı. Ben de halihazırda özel olarak polisin, genel olarak devletin vaziyetine dair belge niteliği taşıdığı için buraya almayı münasip gördüm:
“Ülkücü bıyığına benzer bir bıyığı olan mavi tişörtlü, uzun boylu ve siyah saçlı bir polis, ’S.. seni burada a.. k.. çocuğu’ sözleriyle tecavüzle tehdit etti. Ardından kırmızı tişörtlü bir polis bana merdivenlerden indiğimiz sırada sırtıma zincirle vurduğu için yaralandım. Bu sırada gözlüğüm kırıldı. Ayrıca burada beni ters kelepçelediler. Yedi saat kelepçeyle bekletildim. Bu yüzden el bileklerim hâlâ yaralı vaziyettedir. Polis aracına bindirildiğimde yine yüzüme vurularak darbedildim. Bunların hepsini doktor raporunda bulabilirsiniz. Bize ‘vatan haini, Ermeni dölü, Yahudi dölü’ gibi sözler söylendi. Üç hilal bilekliği olan bir polis bunu bize göstererek, ‘Bunun anlamını biliyor musunuz, or..lar, kahpeler’ diyerek hakaret etti.”
Bunları okuyunca aklımdan çok şey geçti. Hepsinin özeti, yukarıdaki başlık.
İMC muhabiri Gülfem Karataş, binadan yayın yaparken itile kakıla gözaltına alınanlardan. İfadesinden bir bölüm sosyal medyada paylaşıldı. Ben de halihazırda özel olarak polisin, genel olarak devletin vaziyetine dair belge niteliği taşıdığı için buraya almayı münasip gördüm:
“Ülkücü bıyığına benzer bir bıyığı olan mavi tişörtlü, uzun boylu ve siyah saçlı bir polis, ’S.. seni burada a.. k.. çocuğu’ sözleriyle tecavüzle tehdit etti. Ardından kırmızı tişörtlü bir polis bana merdivenlerden indiğimiz sırada sırtıma zincirle vurduğu için yaralandım. Bu sırada gözlüğüm kırıldı. Ayrıca burada beni ters kelepçelediler. Yedi saat kelepçeyle bekletildim. Bu yüzden el bileklerim hâlâ yaralı vaziyettedir. Polis aracına bindirildiğimde yine yüzüme vurularak darbedildim. Bunların hepsini doktor raporunda bulabilirsiniz. Bize ‘vatan haini, Ermeni dölü, Yahudi dölü’ gibi sözler söylendi. Üç hilal bilekliği olan bir polis bunu bize göstererek, ‘Bunun anlamını biliyor musunuz, or..lar, kahpeler’ diyerek hakaret etti.”
Bunları okuyunca aklımdan çok şey geçti. Hepsinin özeti, yukarıdaki başlık.
18 Ağustos 2016 Perşembe
Sınırda havaya uçurulan otobüs ve bazı gerçekler
15 Ağustos'ta Duvar'a yazdığım yazıda, Türkiye-Suriye sınırında, fiilî illegal sınır kapısı kimliği kazanan bir yerde meydana gelen esrarengiz otobüs patlamasını konu almıştım: "Nerede, nasıl havaya uçtu bu otobüs?" Suriye tarafındaki Atme ile Türkiye toprakları arasında, Hatay Valisi'ne göre o tarafta, görgü tanıklarına göre bu tarafta, içi cihatçı dolu bir otobüs havaya uçurulmuştu. Olay, "cihatçı trafiği" konusunda kanıt niteliğindeydi. Ayrıntıları, bilgileri uzun uzun tekrarlamayayım, linki tekrar vereyim.
Yine Duvar'da Musa Özuğurlu, çok daha fazla somut bilgi ve ayrıntı içeren bir yazı yazdı ve hem bu katliamın geri planını biraz daha aydınlattı hem de yöredeki cihatçı trafiği meselesini sergiledi: "Tehlikenin farkında mısınız?" Bu yazıyı okumanızı şiddetle tavsiye ederim.
Suriye'den gelen cihatçılar meselesi, önümüzdeki yıllarda Türkiye'nin önemli dertlerinden biri olmaya aday. Hem gelmiş ve zaten burada olanlar hem gelecek olanlar hem de Türkiye'den onlara katılanlar...
Yine Duvar'da Musa Özuğurlu, çok daha fazla somut bilgi ve ayrıntı içeren bir yazı yazdı ve hem bu katliamın geri planını biraz daha aydınlattı hem de yöredeki cihatçı trafiği meselesini sergiledi: "Tehlikenin farkında mısınız?" Bu yazıyı okumanızı şiddetle tavsiye ederim.
Suriye'den gelen cihatçılar meselesi, önümüzdeki yıllarda Türkiye'nin önemli dertlerinden biri olmaya aday. Hem gelmiş ve zaten burada olanlar hem gelecek olanlar hem de Türkiye'den onlara katılanlar...
17 Ağustos 2016 Çarşamba
El-Bab'a doğru kritik adımlar
"Fırat'ın batısı" konusunda kritik gelişmelere dair iddialar var. YPG ağırlıklı Suriye Demokratik Güçleri (SDG), Menbic'teki kısa "zafer molası'ndan sonra yeniden batıya doğru ilerlemeye başladı. Aynı zamanda, Menbic'in güneyinde "İslâm Devleti" örgütünün elinde kalmış bir cebi de ele geçirmeye çalışıyorlar.
Haritada:
[1] Menbic'in batısında, El-Bab'ın kuzeydoğusunda SDG'nin İD'den aldığı söylenen el-Yeneni, el-Şeyh Nasır, el-Kart el-Sehir ve el-Kart el-Kebir, Yılanlı, Kart Viran köylerinin bulunduğu yöre. (Arapça adların Türkçe yazılışında hatalar olabilir.)
[2] Menbic'in güneyinde, Cebel el-Meşi (Meşi Dağı) çevresinde İD'den temizlenen köylerin bulunduğu yöre.
[3| El-Bab. Koalisyon uçaklarının buradaki İD mevzilerini bombalamaya başladığı bildiriliyor. SDG'nin oluşturduğu El-Bab Askerî Konseyi'nin kısa süre içinde şehre yöneleceği anlaşılıyor.
Haritada:
[1] Menbic'in batısında, El-Bab'ın kuzeydoğusunda SDG'nin İD'den aldığı söylenen el-Yeneni, el-Şeyh Nasır, el-Kart el-Sehir ve el-Kart el-Kebir, Yılanlı, Kart Viran köylerinin bulunduğu yöre. (Arapça adların Türkçe yazılışında hatalar olabilir.)
[2] Menbic'in güneyinde, Cebel el-Meşi (Meşi Dağı) çevresinde İD'den temizlenen köylerin bulunduğu yöre.
[3| El-Bab. Koalisyon uçaklarının buradaki İD mevzilerini bombalamaya başladığı bildiriliyor. SDG'nin oluşturduğu El-Bab Askerî Konseyi'nin kısa süre içinde şehre yöneleceği anlaşılıyor.
15 Ağustos 2016 Pazartesi
Türkiye sınırında patlama - otobüste katliam
Atme'deki patlama ile ilgili olarak bildiklerimiz, şu ana kadar öğrenebildiklerimiz, tahminler, iddialar:
• Atme, Türkiye sınırının dibinde (patlama Reyhanlı'dan duyuldu).
• Patlama 21:00 sularında meydana geldi.
• İçinde çeşitli silahlı gruplardan savaşçıların olduğu otobüs hedef alındı.
• Muhtemelen bomba yüklü araçla intihar saldırısı.
• Otobüste militanları bulunan gruplar arasında şimdiye kadar şunlar sayıldı: 13. Fırka, Sukur el-Cebel, Nureddin Zengi Tugayları, Sultan Murad Tugayları, El-Hamza Tugayı, Feylak el-Şam. (Genel olarak Ankara'ya yakın ve Ankara ile doğrudan irtibatlı gruplar.)
• Ölenlerin sayısı "düzinelerce", "otuz civarı" veya kimi yerde kesin rakamla 35 diye veriliyor; en az 25 de yaralı (bir kısmı ağır) var.
• Bazı yaralılar (Hatay Valiliği'ne göre sekizi) Türkiye'ye getirildi, dördü hastanede öldü. (Kürt şehri Qamişlo/Kamışlı'daki İD saldırısından sonra yaralıların Türkiye'ye getirilmesine izin verilmemişti.)
• Otobüs, içindeki savaşçılarla beraber nereden nereye gidiyordu? İki iddia var: (a) Atme'deki mülteci kampını koruyan muhafızlar nöbet değiştiriyordu, (b) Otobüs Türkiye'ye geçmek üzereydi.
• Yasal sınır kapısı olmamasına rağmen Atme'den bir Türkiye-Suriye (ve tersi) trafiğinin işlediği anlaşılıyor.
• Kürt kaynakları, otobüsün taşıdığı savaşçıların Türkiye'ye geçip oradan Efrin kantonuna saldırmayı planladıklarını iddia ediyorlar. Atme, Efrin'in de dibinde.
• Yeni Şafak'ın haberinden çıktığı ve yayıldığı anlaşılan, "Azez bölgesinde DAEŞ cephesi için gelen askerlerin Atme Kapısı’ndan geçişi sırasında..." ifadesi bu açıdan ziyadesiyle şüphe uyandırıcı. Gazete, "muhalif gruplardan... askerlerin... DAEŞ cephesi için gerçekleştirilen değişim amaçlı geçişi"nden sözediyor, ancak olayın geçtiği yerin Azez'le, "DAEŞ" (İD) ile doğrudan alâkası yok. Bu doğruysa, sözkonusu savaşçıların Türkiye içerisinde uzun bir yol kat edip, önce kuzeye çıkıp sonra doğuya dönüp (Efrin kantonunun etrafından dolanıp), kuzeyden, Kilis yakınından tekrar Suriye'ye girmeleri gerekiyor. (Bu da, Rusya ile temaslara rağmen Türkiye'nin Suriye içindeki faaliyetini tam gaz sürdürdüğü anlamına gelir.)
• Eylemi kimin yaptığı henüz belirsiz. İlk anda bunun Şam'ın Fethi Cephesi'nin (eski El-Nusra) marifeti olduğu söylendi, gerisi gelmedi. İD'in burada bir eylem yapabilmesi çok uzak ihtimal.
• Kimi Twitter hesaplarından Türkiye'nin suçlandığı da söyleniyor, ancak bu yönde mantıklı bir gerekçe ortaya konmuş değil.
Bütün bunların nasıl bir fon önünde cereyan ettiğini düşünmeye yardım için:
- Menbic iki gün önce İD'den tamamen temizlendi, YPG ağırlıklı Suriye Demokratik Güçleri'ne bağlı Menbic Askerî Konseyi'nin denetimine geçti.
- SDG'nin batıya ilerlemesini sürdüreceğinin resmî ilanı niteliğinde bir adım olarak, bu defa El-Bab Askerî Konseyi kuruldu.
- Bundan birkaç saat sonra, bu gece, Efrin Kantonu'nda "olağanüstü hal" ilan edildi.
[ EK / 15 AĞUSTOS / 16:20 / Sputnik'in Reuters'ten aktardığına göre, saldırıyı "İslâm Devleti" örgütü üstlendi. İD Telegram'dan açıklama yaptı, kendilerine karşı savaşmaya gelecek olan Feylak el-Şam ve Nureddin Zengi Tugayları üyelerini hedef aldığını bildirdi. Sputnik'e bilgi veren bir kaynaksa, otobüsteki savaşçıların "standart rotasyonları kapsamında, çoğu zaman olduğu gibi, tedavi olmak ve dinlenmek için Türkiye'ye [gittiğini]" söyledi. Bu kaynağa göre patlamaya yolaçan, canlı bomba değil. Ve patlama Türkiye tarafında oldu. Kimi kaynaklarda, Türk askerlerinin de yaralandığı ileri sürülüyor. ]
• Atme, Türkiye sınırının dibinde (patlama Reyhanlı'dan duyuldu).
• Patlama 21:00 sularında meydana geldi.
• İçinde çeşitli silahlı gruplardan savaşçıların olduğu otobüs hedef alındı.
• Muhtemelen bomba yüklü araçla intihar saldırısı.
• Otobüste militanları bulunan gruplar arasında şimdiye kadar şunlar sayıldı: 13. Fırka, Sukur el-Cebel, Nureddin Zengi Tugayları, Sultan Murad Tugayları, El-Hamza Tugayı, Feylak el-Şam. (Genel olarak Ankara'ya yakın ve Ankara ile doğrudan irtibatlı gruplar.)
• Ölenlerin sayısı "düzinelerce", "otuz civarı" veya kimi yerde kesin rakamla 35 diye veriliyor; en az 25 de yaralı (bir kısmı ağır) var.
• Bazı yaralılar (Hatay Valiliği'ne göre sekizi) Türkiye'ye getirildi, dördü hastanede öldü. (Kürt şehri Qamişlo/Kamışlı'daki İD saldırısından sonra yaralıların Türkiye'ye getirilmesine izin verilmemişti.)
• Otobüs, içindeki savaşçılarla beraber nereden nereye gidiyordu? İki iddia var: (a) Atme'deki mülteci kampını koruyan muhafızlar nöbet değiştiriyordu, (b) Otobüs Türkiye'ye geçmek üzereydi.
• Yasal sınır kapısı olmamasına rağmen Atme'den bir Türkiye-Suriye (ve tersi) trafiğinin işlediği anlaşılıyor.
• Kürt kaynakları, otobüsün taşıdığı savaşçıların Türkiye'ye geçip oradan Efrin kantonuna saldırmayı planladıklarını iddia ediyorlar. Atme, Efrin'in de dibinde.
• Yeni Şafak'ın haberinden çıktığı ve yayıldığı anlaşılan, "Azez bölgesinde DAEŞ cephesi için gelen askerlerin Atme Kapısı’ndan geçişi sırasında..." ifadesi bu açıdan ziyadesiyle şüphe uyandırıcı. Gazete, "muhalif gruplardan... askerlerin... DAEŞ cephesi için gerçekleştirilen değişim amaçlı geçişi"nden sözediyor, ancak olayın geçtiği yerin Azez'le, "DAEŞ" (İD) ile doğrudan alâkası yok. Bu doğruysa, sözkonusu savaşçıların Türkiye içerisinde uzun bir yol kat edip, önce kuzeye çıkıp sonra doğuya dönüp (Efrin kantonunun etrafından dolanıp), kuzeyden, Kilis yakınından tekrar Suriye'ye girmeleri gerekiyor. (Bu da, Rusya ile temaslara rağmen Türkiye'nin Suriye içindeki faaliyetini tam gaz sürdürdüğü anlamına gelir.)
• Eylemi kimin yaptığı henüz belirsiz. İlk anda bunun Şam'ın Fethi Cephesi'nin (eski El-Nusra) marifeti olduğu söylendi, gerisi gelmedi. İD'in burada bir eylem yapabilmesi çok uzak ihtimal.
• Kimi Twitter hesaplarından Türkiye'nin suçlandığı da söyleniyor, ancak bu yönde mantıklı bir gerekçe ortaya konmuş değil.
Bütün bunların nasıl bir fon önünde cereyan ettiğini düşünmeye yardım için:
- Menbic iki gün önce İD'den tamamen temizlendi, YPG ağırlıklı Suriye Demokratik Güçleri'ne bağlı Menbic Askerî Konseyi'nin denetimine geçti.
- SDG'nin batıya ilerlemesini sürdüreceğinin resmî ilanı niteliğinde bir adım olarak, bu defa El-Bab Askerî Konseyi kuruldu.
- Bundan birkaç saat sonra, bu gece, Efrin Kantonu'nda "olağanüstü hal" ilan edildi.
[ EK / 15 AĞUSTOS / 16:20 / Sputnik'in Reuters'ten aktardığına göre, saldırıyı "İslâm Devleti" örgütü üstlendi. İD Telegram'dan açıklama yaptı, kendilerine karşı savaşmaya gelecek olan Feylak el-Şam ve Nureddin Zengi Tugayları üyelerini hedef aldığını bildirdi. Sputnik'e bilgi veren bir kaynaksa, otobüsteki savaşçıların "standart rotasyonları kapsamında, çoğu zaman olduğu gibi, tedavi olmak ve dinlenmek için Türkiye'ye [gittiğini]" söyledi. Bu kaynağa göre patlamaya yolaçan, canlı bomba değil. Ve patlama Türkiye tarafında oldu. Kimi kaynaklarda, Türk askerlerinin de yaralandığı ileri sürülüyor. ]
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)